HİÇ duymamıştım.Önceki hafta Londra’da havaalanında, "Hayvan Cehaleti" adlı bir kitap aldım, onu okurken öğrendim.
Albatroslar, 6 gün hiç kanat çırpmadan uçabilirlermiş.
Yeni doğmuş albatros, havalandıktan sonra, kendine bir eş bulup çiftleşinceye kadar hiç yere inmezmiş.
Bu bazen 10 yıl alırmış.
Albatroslar, gökyüzünde uyurlarmış.
Beyinlerinin bir yarısı uykuya dalarken, öteki ayakta kalır, sonra öteki yarısıyla yer değiştirirmiş.
Tam da çocukluğumdan beri hayal ettiğim şey.
Bir çift kanat takıp, küçük şehirlerin, kasabaların üzerinde sessizce süzülmek; hep bunu hayal ettim.
İçinden ışık taşan pencerelerde hep Peter Pan filmindeki çocukları aradım.
Demek ki, öldükten sonra bir başka bedende yeniden dünyaya geleceksem, bu albatros olacakmış.
Aylarca, hatta yıllarca gökyüzünde dolaşan, her şeye, herkese yukarıdan bakan, aşağıdakileri hep küçük, kendini hep büyük gören ve en güzeli, bunu hak eden bir canlı.
Allah’ın sevgili kulu...
Küçük görmenin, çok ayıp kabul edildiği bu fani dünyada, bir canlının bundan daha büyük hangi lüksü olabilir...
Eski bir inanca göre albatros öldürmek uğursuzluk getirirmiş.
Ama bu inanış, denizcilerin, albatrosları öldürüp kemiklerinden pipo yapmasına mani olamamış.
Daha yaygın bir başka inanışa göre ise, albatroslar, boğulmuş denizcilerin ruhlarını yeniden dünyaya döndüren kuşlarmış.
Okuyunca dalıp gidiyorsunuz.
Albatrosun bedeninde yeniden dünyaya dönmek için ille de bir denizde boğulmak mı gerekir?
Sonunda boğulmak nedir ki?
Arzusu, tutkusu dışında dayatılan her şey, insanı boğacağına göre, biz boğulmuş denizcilerin nüfusu öyle hiç de az olmasa gerek...
Ha, küçük kayıklara binmeyi reddeden, her gece koylarına, köylerine, evlerine barklarına dönmek zorunda kalmayan büyük ruhlar derseniz, onların tek mezarı vardır:
Açık denizler, okyanuslar...
Öylelerin sayısı çok fazla değildir ve yaşlı filler gibi, ölmeye o okyanuslara giderler.
Sonra bir sabah, yalnız bir albatrosun bedeninde yeniden okyanuslar üzerinde süzülmeye başlarlar.
Hiç kanat çırpmadan, sadece süzülerek...
Günlerce, aylarca, bazen yıllarca.
* * *
Aynı kitaptan bir şey daha öğrendim.
Meksika’da bir gölde yaşayan bir semender türü, evrimini bir noktada kesip yetişkin hale geçişini durduruyormuş.
Bu semender, hayatının geri kalan bölümünü, yumurtadan yeni çıkmış iri kafa kurbağalar gibi, yani çocuk kalarak tamamlıyormuş.
Bir tür kastrato semender.
Bir canlının kendi iradesiyle çocuk kalmayı seçmesi...
O çocuğun, bir albatros bedenine bürünüp, bir daha hiç yere, ölümlüler arasına inmeden, sonsuza kadar gökyüzünde süzülebilmesi.
Hürriyeti, şahsiyeti başka nasıl tarif edebilirsiniz ki...
Meksika’nın ıssız bir gölündeki semender bunu başardı.
Ya evrimini durdurmayıp, başkaların iradesiyle büyüyen, farklı olmayı göze alamayan semenderler?..
Kitapta onlar da anlatılıyor.
Normal, yetişkin semender, bütün hayatı boyunca, doğduğu yerden en fazla 1 mil uzağa kadar gidebilirmiş.
Hava sıcaklığının değişimine hiç dayanıklı değilmiş.
Evinden yarım mil uzakta, hava aniden soğursa, oracıkta ölürmüş.
Aralarından sadece biri, Sibirya semenderi, kendi kendine bir antifriz proteini yaratarak, eksi 50 dereceye kadar dayanma yolunu bulmuş.
Bu sayede kendini dondurup, yıllarca o halde kalabiliyormuş.
* * *
O zaman gelelim hayat bilgisi sorusuna.
Siz hangisini tercih ederdiniz?
Biri, kendi iradesiyle albatros bedeninde, göklerde, öteki eksi 50 derecede buzların altında...
Biri süzülüyor, hiç yere inmiyor.
Öteki sadece uyuyor.
Bunlardan hangisi...
Ben hiç düşünmeden tercihi yaptım.
Kastrato semenderi seçtim.
Tıpkı çocukluk hayallerim gibi...
(*) Bu müthiş kitap: John Mitchinson-John Lloyd: "The Book of Animal Ignorance", Faber and Faber, 2007