Kartopu'nun zaferi

FLORANSA’da Leone Sokağı’ndan Vecchie Köprüsü’ne doğru dönerken tam köşede küçük bir dükkana rastladım.

Vitrinde, İngiliz kolonyal dönemine ait olduğunu sandığım bir kahve değirmeni duruyor.

Denizci bir milletin ıslak uygarlığı, vitrindeki objenin her tarafına sinmiş.

Bu nedir diye sorarsanız, anlatmam mümkün değil.

Sadece hissedebildiğim ve samimiyetle itiraf edeyim, gizli bir hayranlıkla hissedebildiğim bir şey.

Orada asıl ilgimi çeken başka bir şey var.

Kahve değirmeninin hemen altında yazılı metin ve fotoğraf duruyor.

Eski bir gazete veya dergiden kesildiğini sandığım metinde ne yazılı olduğunu çıkaramadım.

* * *

Ama yanda bir fotoğraf vardı ki, her şeyi anlatıyordu.

Çünkü bu Ernest Hemingway’in fotoğrafıydı.

İki yıl önce, Key West’te tavaf edercesine gezdiğim ev aklıma geldi.

Bütün pencereleri açık kolonyal evden aklımda kalan iki şey vardı.

Banyosuna hákim olan kadınsı hava.

Bir de Hemingway’in yatağına uzanmış bir kedi...

Fotoğrafını çekmeye çalışan ziyaretçilere başını çevirmeye bile tenezzül etmeyen bir kedi.

Geçen hafta Associated Press Ajansı’nın geçtiği küçük haber aklıma geldi.

Hemingway’in evindeki meşhur 6 parmaklı kediler 5 yıldan beri süren davayı kazanmışlar.

Evin bahçesinde 50’ye yakın kedi yaşıyordu.

Bu kedilerin hepsi, Hemingway’in "Snowball" (Kartopu) isimli kedisinin sülalesiydi.

Sayıları 50’yi bulunca Amerikan devleti işe el koyup, kedileri oradan uzaklaştırma kararı almıştı.

İki yıl önce evi gezerken, Amerikan devletinin kedilere açtığı davayı öğrenmiştim.

Geçen hafta "Hemingway Evi ve Müzesi Vakfı" ile Amerikan devleti bir anlaşmaya varmış.

Kediler, o muhteşem kolonyal evde ve bahçesinde yaşamaya devam edeceklermiş.

Haberi okuyunca, güzel bir güneşli günde, Hemingway’in yatağına uzanmış o ukala kedi yine gözümün önüne geldi.

Kedi o eve yakışıyordu.

Ev de kediye.

Tam karşısında ise Hemingway’in kucağında Kartopu ile çekilmiş fotoğrafı duruyordu.

O gün, bir gün yine Key West’e dönmeye karar vermiştim.

Tennessee Williams’ın, Truman Capote’nin ayak izlerinden yürümeyi, Hemingway’in evinin bahçesinde oturmayı, yumruk yumruğa kavga ettiği barlarda, devrilinceye kadar rom içmeyi ve defterler dolusu abuk sabuk yazılar yazmayı...

Bunları hayal etmiştim.

Kediler büyük zaferi kazandığına göre, artık ben de hayallerimi gerçekleştirebilirim.

* * *

Via Leone’den nehir kenarına çıkıp, oradan Piazza Signoria’ya yürüdüm.

Meydandaki heykelleri saatlerce seyrettim.

Her bir heykel, Dante’nin Beatrice’si gibi, elimden tutup, güzelliğin birbirine geçmiş áleminde yolumu gösterdiler.

Cansız da olsa, insanın etrafında seyretmeye değer güzelliklerin bulunmasının ne kadar büyük bir şans olduğunu fark ettim.

Son yıllarda gittiğim bazı şehirlerde insanın tıpatıp kopyası heykellere rastlıyorum.

Parkta oturan yaşlı bir adam, mağazanın kapısında şemsiyesini açmaya çalışan bir kadın, yaya geçidinin girişinde bekleyen iki çocuk...

Bir de canlı olduğu halde, taş bir heykel gibi duran, yüzü Venedik maskları gibi bembeyaz fondötenle kaplı mankenler.

Cansız bedenin hareketi ile canlı bedenin hareketsizliğinin yarattığı tezat bana yaşadığımız mekánların hazzını öyle heyecan verici bir dille anlatıyor ki...

O zaman anlıyorum; bizler yaşadığımız mekánların en muhteşem mobilyaları, en estetik dekorları, heykelleriyiz.

Şehirlerimize bizler mana katıyoruz.

Veya kaba bir hoyratlıkla, görgüsüzlükle, çirkin bir manasızlık dekoru yaratıyoruz..

Hemingway’in yatağındaki kedi işte bu yüzden benim için hayat kadar önemliydi.

Onun zaferi, benim de zaferim oldu.

* * *

Bayram bitti.

Benim için aylak günleri ise devam ediyor.

Ve nihai zaferi kazanıncaya kadar, aylaklık hakkımı kullanmaya kararlıyım.

Nefretle, çirkinlikle, hoşgörüsüzlükle mücadeleye gücüm kalmadığı zaman, böyle Gandivari bir ilgisizlik, en etkili direniş oluyor.

İşte öyle anlarda, Hemingway’in yatağındaki kedinin tenezzülsüz halini öyle iyi anlıyorum ki...
Yazarın Tüm Yazıları