Paylaş
Öyle “Kurban kesilmesine karşıyım” falan gibi diklenmelerim yok.
Bayramda kurban kesilen evlerde büyüdüm.
Ama ben kurban kestiremem.
Kurban kesilmesini seyredemem...
O nedenle Kurban bayramlarında bahçeye bile çıkamam. Sırf konu komşunun kestiği kurbanı görmeyeyim diye.
Çocukken yaşadığım bir travma beni bundan alıkor.
* * *
Benim gibi insanların sayısı da az değildir. Üstelik sayıları azalmıyor, tam aksine artıyor.
Belki ben göremeyeceğim ama, iki-üç nesil sonra kurban âdetinin tamamen kalkacağına inanıyorum.
Zaman inançları da değiştirir.
Kan akıtmanın yerini başka yardımlaşma biçimlerinin alacağını düşünüyorum.
* * *
Ama bayramları seviyorum.
Octavio Paz, “Bayramlar toplumların dinlenme anlarıdır” diyor.
O nedenle kendi içimdeki provokatörle bile ateşkes ilan ediyorum.
Söz...
Bayramda siyaset yok.
Söz...
Fikir yazısı yok.
Söz...
Kimseyi kızdıracak, kafasını attıracak provokasyon yok.
Eksantriklik falan da yapmayacağım.
* * *
Bayramları çok sevdiğim için her bayram gelirken, oturup çalışıyorum.
Ya kendimle konuşmalar yapıyorum.
İç dünyamı açıyorum.
Ya da farklı hikâyeler arıyorum.
Bu bayramda da sizlere sıradan bir köşe yazısının dışında ilginç olaylar anlatacağım.
İşte size yarından itibaren anlatacağım hikâyelerin anonsu...
Yarını bekleyiniz....
Ve şimdiden iyi bayramlar.
İnsan aptalca ölebilir mi? ÖLEBİLİR Aptalca ölüme gülünür mü? GÜLÜNÜR
BUNDAN bir süre önce
Fransa’da bir arkadaş grubu ilginç bir karar aldı.
Her yıl beş-altı defa bir araya geliyor ve yemek yiyorlardı.
Bu yemekte durmadan geyik yapıyorlardı.
Hepsi tarihle ilgiliydi.
Okudukları bildikleri bazı ölüm hikâyelerini birbirlerine anlatıyorlardı.
Sonunda bunu bir kitap yapmaya karar verdiler.
Ortaya gerçekten ilginç bir kitap çıktı.
Bayramın ikinci konusu bu kitap.
“Aptalca ölümler...”
Ölümün aptalcası olur mu diyeceksiniz.
Okuduğunuz zaman göreceksiniz ki, oluyormuş.
Tanıdığınız tanımadığınız insanların ölüm hikâyelerini anlatacağım.
Bazılarına güleceksiniz.
Bazılarına hayret edeceksiniz. Bazılarına ise “Bu kadarı da olur mu” diyeceksiniz.
Neler mi var:
- Yemek yerken ölen gurmeler.
- Paratoneri üzerimde keşfedeceğim diye hayatını kaybedenler.
- Prensip uğruna aptalca şeyler yapanlar.
Ve daha neler...
Bakalım bu insanları ve bu çocuğu tanıyacak mısınız?
ŞİMDİ bu fotoğrafa iyi bakın.
Yarından itibaren size bu fotoğrafın hikâyesini anlatacağım.
“Dedem ve insanları” tadında bir hikâye.
Ama bunun adı “Dedem, anneannem ve insanları” olacak.
Hikâye, İzmir Fuarı’nda çekilen bu fotoğrafla başlayacak.
Girit’e gideceğiz.
Oradan Gaziantep’e...
Mardin’den geçecek.
Bir ucu Aksaray’da Amarat beldesine uzanacak.
Sonra Osmanlı’nın kim bilir hangi fetih bölgesine... Hepsi gelecek, İzmir’de toplanacak.
İzmir Fuarı’nda çekilen fotoğraftaki bu üç kadının kaderi, bir çocuğun etrafında birleşecek.
Fotoğrafta üç kadın görüyorsunuz. Bir de görünmeyen erkekler var.
Onların hepsi bir çocuğun etrafında birleşecek.
Sizi biraz meraklandıracağım.
Bu çocuğu siz çok iyi tanıyorsunuz. Türkiye çok iyi tanıyor.
Gittim, konuştum, anlattırdım, sordum, tekrar anlattırdım.
Sonunda, Osmanlı’nın her ailede hüzün izleri bırakan son döneminin hikâyelerinden biri çıktı ortaya.
Ben bu hikâyeyi çok sevdim.
Tipik bir Türk hikâyesi. Dedim ya bir Çağan Irmak filmi.
Okuyunca göreceksiniz ki, sokakta karşılaştığınız her insanın ilginç bir hikâyesi vardır.
Küçük insanların büyük hikâyeleri...
Paylaş