Paylaş
Bizim yerimiz, orası değil burasıdır.
O meydanın bir tarafından develer girip, insanların üstüne yürüdükçe; inancım daha da pekişiyor, imana dönüşüyor.
Hani bugünlerde “Yüz yıllık hasret bitiyor” diye yüzümüzü çevirdiğimiz o eski “coğrafya” var ya.
Hani sırtımızda bir bıçakla kırgın ve küskün bir hayal kırıklığı ile terk edip, şimdi alayı vala ile dönmeye çalıştığımız o eski coğrafya...
Hani o “Sıfır sorun” diye nizam vermeye kalkıştığımız toprakların enlemi ve boylamı...
Biz oraya değil, buraya aidiz.
* * *
Ülkesi Libya kan revan içindeyken, görüştüğü Batılı bakana, “Sizde en iyi botoks uzmanı kimdir” diye soran o tuhaf diktatörü içim burkularak seyrettikçe.
İçimdeki iman kendi kendine bir kere daha, bir kere daha tazeleniyor.
Bizim yerimiz Magrip değil; Evladı Fatihan ve ötesidir diyorum.
Yani 100 yıldır, 200 yıldır ulaşmaya çalıştığımız o Garp’tır.
O demokrasi, o refahtır.
O insan hakkıdır.
O istikamete bakıyor; “Asıl 100 yıllık hasret Şark’ta değil, Garp’ta bitmelidir” diye avaz avaz bağırıyorum.
“Çocuğumun istikbali”, “Torunumun kaderi oradadır”.
* * *
Bahreyn’de olup bitene her baktığımda; bizden biri çıkıp “İkinci Kerbela olmasın” dediğinde, korkuyorum.
İçimde ince bir sızı, bir gün bir başkası çıkıp da, benim toprağım için “İkinci Halepçe olmasın” diye kulağıma fısıldamaya kalkarsa...
İhtimalin ihtimali bile beni kahrediyor.
O zaman yine yüzümü 100 yıllık hasretin gerçek Kâbe’sine döndürüyorum.
Demokrasiye, insan haklarına, insanların seçimle gelip seçimle gittikleri o coğrafyaya bakıyorum.
Diktatörlük heveslerinin boğazlara takıldığı, höt zötte iktidar arayanlara, yeltenenlere her gün, “Despotluğu aklından bile geçirme” denip, yerli yerine oturtulduğu, çoğunlukçuluğun değil, çoğulculuğun kanun, anayasa olduğu diyarlara dönüyorum.
“Cenubum da şimalim de, garbım da şarkım da burasıdır” diyorum kendi kendime; bir kere daha iman ediyorum.
* * *
Sonra bütün bunlara bakıp kendime dönüyorum.
Batı’ya doğru yürüyüşümüzde yolların ne kadar aşındığını, adımlarımızın ne kadar hantallaştığını, yavaşladığını fark ediyorum.
İştiyakımızın azaldığını, ipin ucunu ne kadar bıraktığımızı...
İhmalkârlığın nasıl bir vazgeçmişliğe, boşvericiliğe dönüştüğünü görüyorum.
Bir Beyaz Türk olarak, ileri demokrasi dediğimiz şeyin, gerçek Kızıl Elmasının orası değil, burası olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyorum.
İhmal ettiğimiz Avrupa Birliği’ne dönmenin, tekrar asılmanın, söke söke almanın tam zamanı olduğunu anlıyorum.
“İleri demokrasi” meşalesini, onu alelade bir intikam davasına çevirmeye çalışanların elinden alıp demokrasinin Olimpos’una dikmek için harekete geçme zamanının geldiğini anlıyorum.
Ve bir Beyaz Türk olarak, Beyaz Kürt kardeşlerime de aynı duygularla sesleniyorum.
Hepimizin ait olduğu yer orası değil, burasıdır.
Eğer bu ülkede, Ahmet Kaya, Mehmet Âkif’in şirini bestelemişse.(*)
Eğer o Mehmet Akif; güfteye dönüşmüş şiirinde, Ahmet Kaya’nın bestesinden bütün Türkiye’ye şöyle sesleniyorsa:
“Bak ne diyor ceddi şehidin işit;
Bayrağı çek ön safa geçmiş bulun
Uğurun açık olsun uğurlar ola”
Benim son sözüm de şu olacaktır:
Türkiye’nin 100 yıllık hasretini bitirme ve gerçek manada ileri demokrasiye geçiş yürüyüşü, Diyarbakır ve İzmir’den start almalıdır.
Batının ve doğunun, kuzeyin ve güneyin birbirine küsmüş, küstürülmüş şehirleri gerçek manada ileri demokrasi andı içmelidir:
“Biz Türkler ve Kürtler; Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağı altında, muasır medeniyet seviyesine birlikte yürüyeceğiz ve haykıracağız:
Kâbemiz de, eksenimiz de; istikametimiz de hedefimiz de...
Orası değil burasıdır...”
(*) “Dili Yok Kalbimin; Mehmet Âkif Şiirinden Besteler”, Sanat Yönetmeni Dr. Murat Salim Tokaç; TC Turizm ve Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü; İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu
Paylaş