Paylaş
Bu cümleyle yatın, bu cümleyle kalkın.
Bilin ki artık hepimiz...
Bu ülkenin bütün vatandaşları, Kafka’nın “Dava” romanının birer kahramanıyız.
Bu ülkede adını hiç bilmediğiniz bir savcı bir pazar sabahı sizi, bizi evimizden aldırıp karşısına dikebilir.
Dikebilir ve şu sorunun muhatabı olabiliriz:
“Turgut Özal’ı zehirledin. İfadeni ver...”
*
Hiç boşuna, “Adli Tıp zehirlendi demiyor” falan diye kendinizi yormayın.
Karar önceden verilmiştir.
Önünüze ne idüğü belirsiz, cibiliyeti ise besbelli bir gizli tanığın lafları konmuştur.
“Ama Özal’ın naaşından alınan örneklerde o meşum adamın adını verdiği zehrin zerresi bulunmadı” falan gibi makul sözler etmeye kalkışmayın.
Bugünün Türk adaletinin gözünde o sözler basit bir teferruattan ibarettir.
Bu ülkede “hukuk devleti” kavramı yerini “savcı ve gizli tanık istibdadına” bırakmıştır.
Yurttaşlar bilin ki...
Bu ülkenin sokaklarında, her an herhangi bir insanı içeri tıktırmaya amade yüz binlerce gizli tanık adayı dolaşmaktadır.
*
Yurttaşlar bilin ki...
Bu gizli tanık ordusunun her neferi, geçmiş büyük bir garez veya gelecek küçük bir mükafat karşılığında içimizden herhangi birini her an yakmaya amadedir.
Yurttaşlar bilin ki...
Hayatınız, özgürlüğünüz, itibarınız, şerefiniz, her şeyiniz, şöhret olma meraklısı bir savcı ile gizli bir tanığın iki dudağı arasındadır
Yurttaşlar bilin ki...
Artık hepimiz bir “ceza sömürgesinde” yaşıyoruz.
Hepimiz Kafka’nın “Dava”sının sanık bile olmadan mahkûm edilen fertleriyiz.
Gizli bir el hepimizin kapısına şu levhayı asmıştır:
“Bir gün herkes bu ‘Dava’yı tadacak...”
*
Hazır olun...
Bir gün mutlaka gelecekler.
Başucunuzdaki deprem çantanızın yanına bir de dava bavulu koyun.
Çünkü bir gün mutlaka gelecekler...
Sizi, bizi alıp gidecekler ve suratınıza haykıracaklar:
“Turgut Özal’ı zehirledin. İfadeni ver...”
Sonunda bir gün gelecek ve hepimiz Turgut Özal’ı zehirlediğimize inandırılacağız.
NEDEN AKİL LİSTESİNE GİRMEDİM
ÖNCESİNDEN başlayayım.
Geçen pazartesi günü Hülya Avşar arayıp şunu sordu: “Bugün Yalçın Akdoğan arayıp, Başbakan’ın beni akil insanlar listesinde görmek istediğini söyledi. Senin fikrini almak istedim”.
Hiç düşünmeden kabul etmesini söyledim.
“Bu hem büyük bir görevdir, hem de sen ve ailen için de bir şereftir” dedim.
Dün öğle saatlerinde beni yine aradı.
48 saat düşünmüş ve sonunda Yalçın Akdoğan’ı arayıp teşekkür etmiş: “Bu tekliften gurur duydum. Ama beni affedin”.
BİR AYLIĞINA AKİL İNSAN OLMAK BANA YETMİYOR
Neden böyle bir karar aldı?
Şöyle açıklıyor:
“Ben Kürt bir babadan ve Türk bir anneden geliyorum. Her iki tarafın da hassasiyetlerini, acılarını, sevinçlerini yaşadım. Bu barışı çok eskiden beri istiyorum.
Yılmaz Erdoğan’la birlikte ilk defa Kürtçe şarkı söyleyen insanlardan biriyim.
Bu yolda verdiğim bir mülakattan dolayı yargılandım.
Civan Haco’yla ilk şarkı söyleyen insanım.
O nedenle bir aylığına akil insan olmak bana yetmiyor. Ben bir ömür boyu akil insan olarak kalmak istiyorum.
Böyle yaparsam, yani bu listenin dışında kalırsam barışa çok daha fazla hizmet edeceğimi düşünüyorum”.
ONA SORMUŞTUM ‘DEDENİN LAKABI APO DİYE Mİ YAPTIN’
Dün biraz sohbet ettik.
Yine onu ikna etmeye çalıştım. Kendisine bu teklifin yapılmasından dolayı çok gurur duyduğunu defalarca söyledi.
Sohbet sırasında aklıma geçen yıl Antalya Film Festivali jürisine seçildiğinde yaptığımız sohbet geldi.
“Güzelliğin On Par’Etmez” filmini birinci seçmişlerdi.
Film Kürt bir babayla Türk bir anneden doğma çocuğun hikâyesini anlatıyordu. Baba bir ara dağa çıkıp inmiş eski bir PKK’lı.
Ancak çocuk babasına olan tepkisini aşırı bir Türk milliyetçisi olarak gösteriyordu.
Sırf babasına inat göğsüne ay-yıldız dövmesi yaptırmıştı.
Babasına tepkisi İstiklal Marşı’nı söyleyerek veriyordu.
BİLİYOR MUSUNUZ AVŞAR’IN DEDESİNİN LAKABI APO
Hülya Avşar o gün bana, “Çoğu insan bu olaya sadece Türk veya Kürt meselesi olarak bakıyor. Oysa yüz binlerce karışık aile var. Bu yüzden ailelerin içinde savaşlar çıkıyor” demişti.
O gün kendisine şakayla, “Dedenin lakabı Apo diye mi bu filme oy verdin” deyip takılmıştım.
Hülya Avşar’ın aile üyelerinin Kürtçe lakapları var.
Ona “Malakan Cuni” diyorlar.
Leyla’nınki “Muşki”, babasının “Ello”, babaannesinin “Duduk”.
En ilginci ise dedesi. Onun aile içindeki lakabı “Apo”.
Hülya, hep “Kürtlükle bir sorunum olmadı” diyor. Babası bazı sorunlar yaşamış. Memurken sürgüne gönderilmiş. Bir gün belediye otobüsünde Kürtçe konuştuğu için kavga etmiş. Dediğim gibi, o hayatının sonuna kadar akil bir insan olarak kalmak istiyor.
Paylaş