5 Şubat 2007 Pazartesi günü İstanbul Emniyeti’nde, bana göre çok dramatik bir sahne yaşandı.
12 milyonluk şehrin en önemli emniyet görevlilerinden biri görevden alındı.
Bu karar kendisine bildirildiği an, kimliği ve silahı da elinden alındı.
Hollywood polis filmlerinde sık sık seyrederiz.
Polis’in "İçişleri" adlı bir birimi var.
Bu birim herhangi bir polisi görevden aldı mı, o polis, brövesini ve silahını teslim eder.
Geçen gün İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler’in müfettiş raporu ile görevinden el çektirildiğini öğrendiğimde aklıma bu sahneler geldi.
Acaba bizde bu tür görevden almalarda ne yapılır?
Ama asıl merak ettiğim nokta başkaydı.
Görevden alınan kişi "istihbarat" biriminin başındaki insandı.
Böyle bir durumda onun da silahı ve brövesi alınır mı?
* * *
Dün bu sorunun cevabını aldım.
İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler, görevinden alınırken, kendisinden kimliği ve silahı da istendi.
Yani, İstanbul’da teröre yönelik istihbarat toplayan bir birimin başındaki insan, silahsız ve korumasız bırakıldı.
Bunun nedeni de Hrant Dink’in öldürülmesine mani olamamaktı.
Umarım Emniyet kritik noktada görev yapmış bu elemanını korumasız bırakmaz.
* * *
Bu dramatik sahne beni etkiledi.
Olayın biraz perde arkasına girdim.
Güler’in savunması hakkında bilgi aldım.
Bir kere şunu düzelteyim.
O gün basına sızdırıldığı gibi, Güler’in bu sorumluluğu üzerine alması, kendisini Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’a siper etmesi gibi bir durum yok.
Tam aksine kendini kuvvetli argümanlarla savunmuş.
Aklımdaki bazı soruların cevaplarını araştırdım.
Mesela, Trabzon Emniyeti’nden gelen bilgiler ne ölçüde araştırılmış? Bunlar gerçekten ciddi bilgiler miymiş?
İlginç bazı bilgiler önüme kondu:
Trabzon’dan gelen bilgide, Yasin Hayal’in İstanbul’a gelerek ağabeyi Osman Hayal’in evinde kalacağı belirtiliyor.
Bir de cep telefonu numarası veriliyor.
İstanbul polisi bu numaradan hareketle adres tespiti yapıyor. Telefonun, Sarıgazi’de Eski Ankara Caddesi üzerinde bir ekmek fabrikasına kayıtlı olduğu anlaşılıyor.
Ancak oraya gidildiğinde, "Tilroğlu" adlı bir ekmek fabrikasının bulunmadığı anlaşılıyor.
* * *
Şimdi gelelim asıl noktaya...
Trabzon Emniyeti, Osman Hayal’le ilgili bu bilgiyi 17 Şubat 2006 tarihinde İstanbul’a iletiyor.
Oysa Osman Hayal 2002 ile 2004 arasında İstanbul’da çalışıyor.
Ondan sonra geçici işçi olarak Muğla’ya gidiyor.
Yani bu olayları izleyen, telefonları dinleyen Trabzon Emniyeti, bu kadar basit bir istihbaratı bile atlıyor.
Dahası gelen bilgiler arasında katil Ogün Samast’a ait tek bilgi yok.
Ben bunları İstanbul Emniyeti’ni savunmak için yazmıyorum.
İstanbul 12 milyonluk bir şehir.
Trabzon nispeten küçük bir şehir. Pelitli ise neredeyse bir mahalle.
Böyle bir yerde cinayet işlemeye yatkın kişiler nasıl olup da izlenememiş?
Şimdi kulağıma çalınan bazı soruları sormak istiyorum.
* * *
Trabzon Valiliği’nce yazılan yazının son paragrafı çok ilginç.
McDonald’s eyleminden önce de bu kişilerin aynı şeyleri konuştuğu belirtiliyor. Öyleyse bu kadar yakın izlenen şahısların McDonald’s eylemi nasıl önlenemedi?
Daha vahim bir iddia. Trabzon polisi, rahip Santoro cinayetinden önce hem bu kişileri hem de rahip Santoro’yu teknik takibe almış.
Bu bilgi doğru mu?
Doğruysa cinayet neden önlenemedi?
Görüyorsunuz, bilgi kirliliği azaldıkça, daha basit soruları sormak kolaylaşıyor.