LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
HASTALIĞIMDAN önce kafamda kalan son güzel manzara, Çeşme'nin ‘‘Çiftlikköy’’ bölgesi.
Çeşme'den çıkıyorsunuz, Sakız Adası'na paralel bir yoldan denizi seyrede seyrede Çiftlikköy'e geliyorsunuz.
Koy, rengárenk paraşütlerle dolu.
Paraşüte bağlanarak su kayağı yapanları ilk defa bu koyda görüyorum.
Karşımda Ege ve Sakız Adası, gökyüzünde uçurtmaların yerini almış rengárenk paraşütler.
Çeşme çocukluğuma ait her şeyi bugünün teknolojisi ile yeniden sahneliyor.
Çiftlikköy'de beni bir sürpriz bekliyor.
Burada, Türkiye'nin ilk ve tek salaş ‘‘ıstakoz lokantası’’ var.
Bizim kuşaklarımız, yiyecek ve içecek sembolleri ile büyümüştür.
Viski ve şampanya, burjuvazinin içeceğidir.
Havyar ve ıstakoz da zengin mönüsü.
Puro; yağlı ve şişman üçkáğıtçı işadamının mütemmim cüzüydü.
* * *
Yıllar önce İstanbul'da Dev-Sol'un bir hücre evi basılmıştı.
Hücre evin buzdolabında havyar bulunmuştu.
Bu haberi, Hürriyet'in birinci sayfasından tek sütun vermiştik.
Aman Allahım, sol kanat ne karışmıştı.
Oysa, Rus Pazarı'nda 100 bin liraya havyar bulunan günlerdi.
Ama dedim ya, havyarın sınıfsal bir imajı vardır ve ancak hücre evlerde gizli gizli ağzınıza alabilirsiniz.
Çiftlikköy'deki salaş ıstakoz lokantasına işte bu duygularla girdim.
* * *
Adı ‘‘Langusta’’...
Langust, Türkiye'de böcek diye bilinen, kıskacı olmayan ıstakoz anlamına geliyor.
Biliyorum, ‘‘salaş’’ ve ‘‘ıstakoz’’ kelimeleri yan yana pek durmuyor.
Salaş dediysem gerçekten salaş.
Derme çatma bir masa, ondan daha derme çatma sandalyeler, masanın dört ayağını aynı hizada tutamayan eğri büğrü bir zemin.
Denize bakan alçak duvarın üzerine konmuş, teneke saksı içindeki fesleğenler ile tam bir salaş lokanta.
Size bir şey diyeyim mi, ben dünyanın birçok yerinde ıstakoz yedim.
En iyilerinden biriydi.
Hafif sarmısakla ızgarada yapılıyor ve ikiye bölünmüş halde servis ediliyor.
Sosu mükemmel.
Ama size önce lokantayı işletenlerden söz etmeliyim.
Esas olarak iki kişi hizmet veriyor.
Patron mutfakta ıstakozun hazırlanmasıyla ilgileniyor, yardımcısı ise servis yapıyor.
İkisinin de üzerinde ‘‘Langusta’’ yazan birer tişört var.
Çok sempatik insanlar.
Istakozun yanında çok güzel ahtapot salatası da yapıyorlar.
Türkiye'de ahtapotun düğmeleri (vantuzları) temizlenir.
Burada ise Yunan usulü vantuzlarıyla yapılıyor.
Kalamar tava da mükemmel.
Balık yemediğim için onların lezzetini bilmiyorum.
‘‘Ahtapotu böyle yapmayı kimlerden öğrendiniz’’ diye sordum. Tahminim, karşıdaki Sakız Adası'na gidip gelirken öğrendikleriydi.
Önce, ‘‘Kendi kendimize’’ dedi. Sonra, hafif müstehzi bir ifadeyle, ‘‘Bir zamanlar Rum bir aşçı vardı. Ondan öğrendik’’ dedi.
* * *
Lokanta salaş, ama ıstakozun fiyatı o kadar salaş değil.
Yine de makul, hem de oldukça makul bir fiyat olduğunu söyleyebilirim.
Bazen şöyle düşünürüm.
Hayat, insanın kafasında kalmış anların, fotoğraf karelerinin, seslerin, kelimelerin, kavramların resmigeçididir.
Mesela, ‘‘Plajın ucundaki kafe’’...
Bir Fransız filminden aklımda kalan üç kelime, hep öyle durur. Bazen kendimi, kendi kendime konuşurken bulurum. ‘‘Plajın ucundaki kafe’’ derken.
O ıstakoz ve yarım şişe şarabın sonunda, kendi kendime yine böyle bir cürmümeşhut yaptım.
Etraf flulaştı, flulaştı ve sonunda bir tek ben ve plajın ucundaki kafe kaldı.
Karşıda Sakız Adası vardı.
Çeşme aşağılarda kalmıştı.
Sol taraf, burnu dönerek, çocukluğumun bir başka coğrafyasına, Gümüldür'e doğru gidiyordu.
* * *
Salaş ıstakoz lokantası, sanki hayatımın orta yerindeki nirengi noktası gibi bana gidilecek yolları işaret ediyordu.
Hangi yol?
Yüreğimin gösterdiği mi?..
Yoksa aklımın istikameti mi?..
Kendi başıma yapayalnız yürüyeceğim bir yol mu, yoksa en sevdiklerime de yer açacak tenha ve mahrem bir patika mı?..
Yoksa, yıllardır yürüdüğüm bu yol gibi mi?..
Kalabalık, anonim, hep birlikte, sırt sırta, omuz omuza bir şose.
Geriye dönme, yana sapma, yalnızlığa firar etme imkánı vermeyen mecburi bir otoban.
Ne bileyim, kader gibi, alın yazısı gibi bir şey.
Çünkü ilk çıkış hayatın sonunda...
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Yazarın Tüm Yazıları