İslami omerta

DÜN gazetelerin birinci sayfasındaki o fotoğrafa bakınca ne hissettiniz?

Müdür bey, bir yanına başı türbanlı eşini almış...

Öbür yanında sevgilisi.

O fotoğrafa bakınca ben bir gece önceyi düşündüm.

Acaba türbanlı eşini, o basın toplantısında sevgilisiyle yan yana oturtmayı nasıl başardı?

Her çapkının alması gereken derslerle dolu bir gece...

* * *

Bütün erkeklere ve kadınlara soruyorum.

Bir an kendinizi o fotoğrafa sığdırmaya çalışın.

Erkekseniz, eşinizi o çerçeveye sokmaya ikna edebilir misiniz?

Kadınsanız, o çerçeveye girmeyi kabul eder misiniz?

Başınıza böyle bir olay gelebilir.

Ama ne sizin ikna gücünüz, ne de karınızın karakteri o çerçeveye kolay kolay sığmaz.

Çoğunuz tepkinizi anında gösterir.

Bazınız sessiz kalır, içinize atarsınız, içinizi kanatırsınız; ama o kürsüye asla çıkmazsınız.

Öyleyse, o türbanlı eş, nasıl böyle bir fotoğrafa girmeyi kabul edebiliyor?

Bu "erkeğin zaferi mi", yoksa kadının "zavallılığı", hezimeti mi?

İşte ben bu psikolojiyi çözmeye çalışıyorum.

Müdür bey bütün gece boyunca karısına neler anlattı?

Onu nasıl ikna etti?

* * *

Bu haber önüme geldiği zaman, anında şunu düşündüm:

"Yeni bir İSKİ skandalı başlıyor."

Bu sadece bir tahmin değil.

Tahminden çok öte bir duygu.

Çünkü kadının isyankár ruhuna güvendim.

Ama evdeki türbanlı eş, isyan etmedi.

"Biat etti..."

Tıpkı milletvekili kocasından dayak yiyen öteki türbanlı eş gibi.

Hatta onun kadar bile yapamadı.

O, hiç olmazsa önce karakola gitti, sonra şikáyetini geri almak zorunda bırakıldı.

Bu nasıl bir duygu, nasıl bir aile terbiyesidir ki, kadını süklüm püklüm o kareye sokturmayı başarıyor.

İslami hayat tarzını seçmiş bütün kadınlar, bunu kendi kendine sormalıdır.

Hazreti Ayşe’nin meydan okuyuşunu efsaneleştirip onu kadın haklarının ilk savunucularından biri olarak sunan İslam feylesofları, tarihçileri, İslam adına hareket edenler, 14 yüzyıl sonra kadını nasıl bu seviyeye indirgeyebildiklerini düşünmelidirler.

* * *

Düşünmeleri gereken bir şey daha var.

Bu tür olayların üstü örtüldükçe, bu "biat anlayışı", güya İslami hayat tarzını benimsemiş olan çevrelerin "omerta kuralı" haline geliyor.

Yani, mafya içinde konuşanı susturma kuralını hákim kılıyor.

Bir tarikat camiinde iki cinayet işleniyor.

Acayip parasal olaylar dönüyor, dehlizlerinde kadı mahkemeleri kurulduğu iddia ediliyor.

Bunu yazdığınız zaman hemen önünüze o bayatlamış terane sürülüyor.

"28 Şubat’ı mı hortlatmak istiyorsunuz?"

İSKİ’de çatır çatır hesabı sorulan, sorumlusu cezaevine gönderilen olayın tıpkısı yine İstanbul Belediyesi’nde yaşanıyor.

Bu defa "omerta sessizliği"...

Adam utanmadan, sıkılmadan insanların karşısına çıkıyor.

"Çaydan geçirme" gibi kargaları bile güldürecek bir bahaneyi ortaya atıyor.

Hemen arkasından, bütün dinci üçkáğıtçıların mor çatısına sığınıyor:

"Benim üstümden AKP yıpratılıyor."

AKP’yi asıl böyle omerta sessizliklerinin, kapalı cemaat sükûtunun yıprattığını fark etmiyor.

* * *

Ama benim asıl meselem AKP değil, o kadın.

Zavallı mı desem, müstahak mı?..

Diyorum ya, o geceyi merak ediyorum.

Adam ne dedi, kadın ne dinledi.

Yoksa, "Kocamı kaybettim, hiç olmazsa konuşup paraları da kaybetmeyeyim" endişesi mi?

Ama bunu o utanç kürsüsüne çıkmadan da yapamaz mıydı?..
Yazarın Tüm Yazıları