Paylaş
İkisi de yakışıklı, ihtiraslı insanlardı.
Kader onları, dünyanın en büyük sinema şirketlerinden birinde buluşturdu.
Aktör olmak istiyorlardı.
Bunun için feleğin her türlü çemberinden geçmeye hazırlardı.
Ödenecek bedel, verilecek taviz, daha başka ne varsa, yapmaya fazlasıyla amadeydiler.
Hollywood’a bunun için gelmişlerdi ve kapıdan kovsalar gitmeyecek kadar kararlıydılar.
Hayat onlara yardım etti.
İkisi de aynı zamanlarda en büyük film şirketlerinden birinde iş buldular.
Ama öyle hemen baş aktörlük değildi.
“Ne olsa oynarız abi” türünden bir işti. Yani figüranlıktı.
Haftada 125 dolar alıyorlardı.
Hollywood’un altın yıllarıydı.
Etraf güzel kız doluydu. Para kazanamıyorlardı, ama hayat onlara işte vermediği parayı, başka güzelliklerle telafi ediyordu.
¡ ¡ ¡
Sonra birden her şey değişti.
Çalıştıkları şirkete yeni bir genel müdür getirildi.
İlk yaptığı iş, maliyeti kısmak oldu.
Her ikisini çağırıp, işlerine son verdiğini söyledi.
Birine gerekçe olarak şunu gösterdi:
“Boğazında bir âdemelması var. Sen bu âdemelması ile asla aktör olamazsın. Çünkü insanın gözü hep oraya takılıyor.”
Ötekine ise şunu söyledi:
“Senden aktör falan olmaz. Rol yapmayı bilmiyorsun.”
¡ ¡ ¡
İki genç müdürün odasından çıktılar.
Rol yapmayı bilmediği için işinden atılanın, aşağıda garajda arabası vardı.
Ancak garaja indiklerinde onları bir sürpriz daha bekliyordu.
Müdür, onun işine son vermeden, arabasını da garajdan çıkartıp yerini başkasına vermişti.
Âdemelmalı genç, arkadaşının çok üzüldüğünü görünce teskin etmek için birkaç şey söyleme ihtiyacı duydu:
“Üzülme, ilerde yine iş bulursun.”
Arabası garajdan atılan arkadaş, hafifçe gülerek ona baktı ve şunları söyledi:
“Ben kendime değil, sana üzülüyorum. Neticede ben okula gider, ders alır, rol yapmayı öğrenirim. Ama sen bu âdemelmasından hayat boyu kurtulamazsın.”
¡ ¡ ¡
Rol yapmayı bilmeyen genç, Burt Reynolds’du.
Âdemelmasından mustarip olanı ise Clint Eastwood.
Hayat her ikisine de o kadar zalim davranmadı.
Her ikisi de aktör oldular.
Clint Eastwood, sadece aktör olmakla kalmadı. Yönetmenlik de yaptı ve iki de Oscar kazandı.
Hayat işte böyle bir şey.
Düş kırıklıklarıyla hayretler, mutsuzluklarla mutluluklar, başarısızlıklarla büyük zaferler arasında gidip gelen bir şey.
Hayatın sonu yok. Her şey bitti denilen an, yepyeni ufukların açıldığı ana dönüşebiliyor.
¡ ¡ ¡
Ben Clint Eastwood hayranıyım.
Onunla ilgili ne bulursam okurum. Filmlerini hiç kaçırmam.
Onun her dönemini, aynı hayranlık duygusuyla takip ettim.
“İyi, Kötü, Çirkin”deki “Bir Avuç Dolar İçin”deki, spagetti kovboyu çok sevdim.
Komiser Callahan’ın, elindeki Smith Wesson tabancayı haydutların ağzına sokup, “Meet me and my friend Smith” (Ben ve arkadaşım Smith’le tanış) deyişini hayranlıkla seyrettim.
Sonra daha “cool” yılları geldi.
“Byrd”de caz dünyasını, “Gizemli Nehir”de o hüzünlü mahallenin insanlarını izlerken, onun olağanüstü değişimi karşısında şapkamı çıkardım.
Clint Eastwood bana en büyük hayat dersini verdi.
Hayatın sonu yoktur.
İnsan her an, her gün kendini yeniden tarif ederek başka tatminlere ulaşabilir.
İşte o yüzden sana sesleniyorum, ey, hiçbir zaman iş bulamamış kardeşim.
Ey işini kaybetmiş arkadaşım.
Sakın üzülme.
Hayat devam ediyor, durma, moralini bozma, hayata asıl.
Kendini yeniden tarif et.
Göreceksin bak, mutlaka bir başka biri var senden içerü.
Onu keşfet.
O senin rehberin olsun, onu takip et.
Bazen aklını, bazen de yüreğini.
Her ikisi de seni sakin limanlara götürür.
Paylaş