Paylaş
LOUIS Zamperini, 1936 Berlin Olimpiyatları’nda 5 bin metre yarışında koştuğunda 19 yaşındaydı...
Amerikan takımından girdiği yarışta 8’inci olmuştu.
Ama son dönemeçten sonraki atağı bir rekordu.
***
Sonra araya İkinci Dünya Savaşı girdi.
‘B-24’ uçağında görevliydi ve bir kurtarma misyonu sırasında uçağı düşünce, iki arkadaşı ile birlikte okyanusta 47 gün şişme bot üzerinde kalmıştı.
Bir arkadaşı 37’nci günde ölmüş, ikisi ise bir Japon askeri gemisi tarafından kurtarılmıştı.
***
Aslında bu bir kurtarma değil, esir almaydı. Onu izleyen 2 yıl içinde önce bir Japon esir kampında, sonra da bir kömür madeninde esir olarak çalışmıştı.
***
Esir kampının komutanı Mutsuhiro Watanabe isimli genç bir Japon askeridir. 27 yaşındadır ve Zamperini’den bir yaş küçüktür.
***
Kampın iktidarı elinde olan genç Japon komutan, duruşundan ve bakışından dolayı Zamperini’ye takar ve orada geçirdiği bütün günler boyunca onu döver, her tür işkenceyi yapar.
***
Watanabe, birinci yılın sonunda terfi eder ve başka bir yere tayin edilir.
Savaşın son yılında Amerikalı ve İngiliz esirler bir kömür madenine gönderilir ve ne yazık ki oranın komutanı Watanabe’dir...
***
Zamperini’nin hayatının en karanlık dönemi başlar. Watanabe, ona her gün işkence yapmaktadır.
En kızdığı şey ise Zamperini’nin hep onun gözlerine bakmasıdır.
Durmadan “Gözlerime bakma” diye bağırır...
Sonunda onu feci şekilde döverek ölüme terk eder...
İki gün sonra Japonlar teslim olmuş ve savaş bitmiştir.
***
Önceki gece Zamperini’nin hayatını anlatan “Boyun Eğmez” (Unbroken) filmini seyrettim.
Yönetmenliğini Angelina Jolie’nin yaptığı film, Japonların teslim olması ve Zamperini’nin içinde bu adama karşı büyük bir öfke ve intikam duygularıyla ülkesine dönmesi ile biter...
***
Ama asıl anlatmak istediğim ondan sonra olanlar...
İKİNCİ SAHNE:
Siyah zemin üzerine yazılan intikam dersi
GERÇEK hayat hikâyesinden yapılan filmin sonunda, o günden sonra olanlar da yazıyla anlatılır.
- Zamperini ailesine kavuşur, evlenir...
- General MacArthur, 40 kişilik bir “En çok aranan savaş suçluları listesi” yapar.
Bunun 23’üncü sırasına esir kampı komutanı Mutsuhiro Watanabe’yi koyar.
- Ama Watanabe, savaştan sonra saklanmayı başarır. Hayatı boyunca yargılanmaz.
- Zamperini, içini kavuran bu intikam duygusu ile yaşayamayacağını anlar.
- Bir süre sonra Japonya’ya gider, kampta kendisine işkence yapan bütün Japonları bulur ve onlarla barışır. Bir tek Watanabe buluşmayı, gözlerine bakmayı reddeder...
- Zamperini, 1998 yılında, 81 yaşında, Japonya’da Nagano Kış Olimpiyatları’nda meşaleyi taşıdı...
- Bundan 4 gün önce CBS televizyonu, Watanabe ile yaptığı mülakatı yayınladı.
- Watanabe sadece şunu söyledi:
“Ben esirlere, Japonya’nın düşmanlarına yapılması gereken muameleyi yaptım...”
- Watanabe, 2003 yılında, 84 yaşındayken öldü... Öldüğü güne kadar, herhangi bir pişmanlık itirafı yapmadı.
- Zamperini ise ondan sonra 11 yıl daha yaşadı.
2014 yılında, 97 yaşındayken huzur içinde öldü...
ÜÇÜNCÜ SAHNE:
Bir intikam peşinde koşan iki mezar kazar
TESADÜFLER tek başına gelmez.
Film bittiğinde gece saat 02.00’ydi...
Onun hemen arkasından “Jonah Hex” adlı filmi seyretmeye başladım.
DC Comics çizgi romanlarından yapılmış filmin kahramanı Hex, bütün film boyunca, karısını ve çocuğunu öldüren adamların peşinden intikam için koşar.
Sonunda bulup öldürür ve intikamını alır...
Film, onun şu cümlesi ile biter:
“İntikam peşinde koşuyorsanız iki mezar kazarsınız. Biri intikam alacağınız kişi için... Öteki ise kendi mezarınızdır...”
VE KISSADAN HİSSE: Türkiye, son 10 yıldır zincirleme intikam duyguları ile yaşıyor...
Siyasetçisi, savcısı, hâkimi, trolleşmiş yazarı ile eline iktidar geçiren, arkasına devleti alan herkes mezar kazıcısı haline geldi...
Biri hepimizin mezarı...
Öteki kendi mezarı...
Ve ne yazık ki o sadece başkalarının mezarını kazdığını sanıyor...
Bütün muktedirlere sesleniyorum...
Elinizdeki kazma-küreği bırakıp küçük bir ara verin...
Bu filmleri bir kere de siz izleyin...
Zararını görmezsiniz...
KANDIRILMIŞ BİR AYDIN NESLİNİN TEK TESELLİSİ
“KANDIRILDIĞINI” söyleyen liberal kervanına yazar Oya Baydar da katıldı.
‘Yarına Bakış’a verdiği mülakatta şunu söylüyor:
“Bir özeleştiri yapmam gerekiyorsa, ki gerekiyor, demokrasiyi ilerletebilecek o maddelere (11 Eylül referandumu) evet dediğim için değil, AKP’nin gerçek yüzünü ve özünü doğru değerlendirmemiş, özellikle Erdoğan faktörünü hesaba katmamış olduğum içindir bu.”
Özeleştirinin bu bölümü o kadar önemli değil.
Asıl düş kırıklığı bir alttaki şu cümlesinde okunuyor:
“Şimdi, Müslüman demokrat olunabileceğini ama siyasal İslam’ın özü itibarıyla demokrasiyle, özgür sivil toplumla bağdaşmadığını düşünüyorum.”
Evet, asıl önemli teşhis bu...
Ben Anayasa değişikliği referandumunda hayır oyu kullanmıştım.
Ama itiraf edeyim, AKP’nin 2008 yılına kadarki döneminde ben de umutluydum.
Umudumu kaybetmemek için uğraşmıştım.
Ne yazık ki hepimiz kandırıldık...
Şimdi teselliyi, “Hiç olmazsa önyargılı değildim” cümlesinde buluyorum.
Bir de, Nuray Mert’in geçtiğimiz aylarda söylediği şu cümlelerde:
“Kandırılmak, kandırmaktan tabii ki iyidir...”
‘O SES TÜRKİYE’ SES VER ARTIK SALİH ARKADAŞA
YENİ Şafak yazarı Salih Tuna gölge boksuna devam ediyor.
Özetleyelim.
Kendi mahallesinden birilerine fena halde kızdı.
Kızdığını şöyle tarif ediyor: “Erdoğan’dan fazla Erdoğancılık yapan şarlatanlar”.
(Geçen yazımda yanlışlıkla şarlatan yerine şaklaban yazmışım. Salih’ten fırçayı yedik.)
“AKP’li fırıldaklar...”
“Onlar kim olduklarını bilirler” diyor...
Bir de “birinden bir ses” bekliyor...
“Ondan ses gelmezse ben kendime yeni bir ses bulurum” diyor...
Üçüncü yazıyı yazdı ama o ses bir türlü gelmiyor.
Tabii o da bir türlü gidemiyor ...
O ses gelmeyince, o gidemeyince, anlama kabiliyeti kıt şu biçare de bir türlü anlayamıyor.
Acaba kimden ses bekliyor:
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan mı...
Patronundan mı...
Yoksa gaipten mi...
GÜLDÜRME BENİ HARİCİYE
DIŞİŞLERİ Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç, Fransa Ulusal Meclisi’nde görüşülen, “Basın Özgürlüğü Kanunu”na ilişkin değişiklik tasarısı hakkında,
“Beklentimiz, Fransız Senatosu’nun tasarıyı, ifade özgürlüğünü sınırlama riski taşıyan unsurlarından arındırmasıdır” demiş...
Hay sen çok yaşa Hariciye...
Cuk oturmuş yani... Ankara’da Çukurambar’dan, Fransa’ya basın özgürlüğü hizası....
Eminim o açıklamayı yapıp, öğlen Hariciye yemekhanesinde karşılaştığı meslektaşları da hararetle alkışlamıştır bu sözleri...
Veya kendisi de dahil yemekhanede hep birlikte makaraya sarmışlardır kendi sözlerini...
Ama kargalar da bu sözlere kahkahadan kırıldığı için, onların gürültüsünden, Hariciye koridorlarında çınlayan kahkahaları işitemiyoruz.
Paylaş