Paylaş
İkisi yaşıyor;
biri öldü.
Onların hayatından bir kesiti anlatacağım.
Anlatacağım hikâye bana, size, hepimize ve özellikle de bütün dağları kendinin yarattığını sanan zamane kibrine şunu söyleyecek:
“Arkadaş, bu devirde kimse padişah değil...”
* * *
BİRİNCİ KADIN SORUYOR
Anna Wintour, geride bıraktığı 25 yılın onda biriktirdiği bütün kibir ve iktidar duygusuyla, gözlerini karşısındaki genç kadına dikti ve sordu:
“Kate Middleton’ın gelinliğini siz mi tasarladınız...”
Net ve çok açık bir soruydu.
İki kadın da İngiliz kökenliydi. Yani Anglosakson kültüründen geliyordu.
Yani, yalanın en büyük suç ve günah kabul edildiği bir kültürden.
Genç kadın bir an bile tereddüt etmeden cevabını verdi:
“Cambridge Düşesi’nin gelinliğini ben tasarlamıyorum...”
Hikâyemizin birinci sahnesi burada bitti.
Şimdi o sahnedeki iki kadının kim olduğuna bakalım.
* * *
BİRİNCİ KADININ HİKÂYESİ
Soruyu soran kadın Anna Wintour...
Bugün moda ve tasarım dünyasının imparatoru kimdir derseniz, akla birçok isim gelebilir.
Mesela, aralarında Louis
Vuitton gibi dev markaların da içinde yer aldığı LVMH’nin sahibi Bernard Arnault...
Veya Gucci gibi onlarca dev markanın sahibi olan François Pinault.
Ama moda dünyasının “imparatoriçesi” kimdir derseniz akla tek isim gelir.
Anna Wintour.
Amerikan Vogue dergisinin 25 yıldır genel yayın yönetmeni.
1949 doğumlu... Yani 63 yaşında.
Moda dünyasında şöhret yaratan, şöhret deviren kadın olarak tanınıyor.
Hani “Şeytan Prada giyer” filminde Merly Streep’in oynadığı o şeytani güç ve zekâyı temsil eden kadın yönetici.
* * *
İKİNCİ KADININ HİKÂYESİ
Soruyu sorduğu genç kadın ise Sarah Burton...
1974 doğumlu. Henüz 40’ına bile girmedi.
İngiltere’nin dahi tasarımcılarını yetiştiren Saint Martin Koleji’nden mezun.
Alın yazısı onu, 21’inci yüzyıl tasarımının ölümsüz dâhisi Alexander McQueen’in karşısına oturttuğunda henüz 22 yaşındaydı.
Çırak, tasarımcı olarak McQueen’in atölyesinde çalışmak istiyordu.
Karşısına oturduğu genç adam ise ondan sadece 5 yaş büyüktü.
Daha otururken genç kızı hayretler içinde bırakan ilk sorusunu sormuştu:
“UFO’lara inanır mısın?”
UFO’lara inanmasa bile, kafası, bütün gökyüzünü dolduracak kadar yaratıcı hayallerle doluydu.
İki kadının hikâyesi ve o sorunun cevabı yan tarafta devam ediyor.
Arkadaş bu devirde kimse padişah değil
ALEXANDER McQueen, 2010 yılında öldüğünde Sarah Burton 36 yaşındaydı.
16 yıl birlikte çalıştığı ve hayranlıkla bağlı olduğu bu genç dâhi öldüğü gün, ilk hissini Daily Telegraph gazetesine şöyle anlatmıştı:
“Sadece o değil, bu iş de öldü...”
O kadar hayrandı... O kadar inanmıştı...
Ve o kadar umudunu kaybetmişti.
Tasarımcılığı bırakmaya karar vermişti...
Kaderin kısa bir süre sonra onu, “Lee” diye andığı McQueen’in, bir daha hiçbir zaman doldurulamayacağına inandığı koltuğuna oturtacağı aklından bile geçmiyordu.
Aklından geçmeyen oldu...
Sarah Burton, baştasarımcı olarak, Alexander McQueen markasının başına geçti...
Böyle bir dâhinin arkasından o koltuğa oturmak, baştan başarısızlığı kabul etmek demektir.
Herkes, yaptığı her işin, daha ölümünün birinci yılında Metropolitan Müzesi’nde tasarımın aziz mertebesine çıkarılacak olan Lee’nin ismi altında ezileceğine emindi.
* * *
İKİNCİ KADININ CEVABI
Sarah Burton o gün modanın imparatoriçesi, kibri, muktediri, her şeyi sayılan Anna Wintour’a doğruyu söylememişti.
Cambridge Düşesi’nin gelinliğini o tasarlamıştı.
Ama sarayla anlaşması vardı.
Düğün bitene kadar bunu kimseye söylemeyecekti.
Bunu annesinden bile saklamıştı.
Gelinliği diken işçiler, sahibinin kim olduğunu bilmiyordu.
Sarah’tan bu cevabı alan Anna Wintour, “Bu âlemde her şey benden sorulur” edasıyla çevresindeki herkese, “Hayır, gelinliği o tasarlamamış” diye anlatıyordu.
* * *
Hakikatlerin, bir gün mutlaka ortaya çıkmak gibi bir zaafı vardır.
Kate Middleton’ın gelinliğinin Alexander McQueen atölyelerinde dikildiği ortaya çıktığı gün, Anna Wintour karizması ağır bir çizik yemişti.
Filmde, Meryl Streep’in öfkeli sahnelerine bakarak, Anna Wintour’un duvarları nasıl yumrukladığını, yüksek sesle nasıl “Sarah, sen bittin kızım” diye haykırdığını hissedebilirsiniz.
O böyle deyince, herkes de inanıyordu.
Geçmiş, onun taktığı modacıların cesetleriyle doluydu.
Peki Sarah Burton’a ne oldu? İmparatoriçe’nin gazabı onu devirdi mi...
* * *
Aradan iki yıl geçti.
Sarah Burton hâlâ dimdik ayakta...
Lee’nin o muazzam efsanesinin altında ezilmedi.
Çünkü asla “o olamayacağını” biliyordu.
Öyleyse “kendisi” olmalıydı.
Öyle yaptı... Alexander McQueen ruhuhu hiç kaybetmedi.
Arka arkaya öyle koleksiyonlar hazırladı ki, Dior, Galliano’nun arkasından kendini bir türlü toparlayamazken, McQueen yıldız gibi parlamaya devam etti.
İmparatoriçe’nin gücü ve kibri bile onu devirmeye yetmemişti.
Ne diyordu Demirel bir zamanlar:
“Hiçbir şey zaferin yerini alamaz...”
En büyük kibirler, en büyük güçler, en büyük mağrurluklar...
Hiçbir işe yaramıyor... Kızdığını yok edemiyor...
Bu devir işte öyle bir devir...
Artık ne medya gücü, ne “arkamdaki milli irade”...
Ne paranın gücü, ne siyasetin iktidarı...
Bu devirde kimse imparatoriçe değil...
İmparatoriçe değilse, padişah hiç değil...
Anna Wintour iktidarı yıkılmıştır...
Yaşasın genç başarının ve bireyin iktidarı...
NOT: Bu yazıyı son yıllarda en sevdiğim iki dergiden biri olan “Intelligent Life”ın son sayısındaki “What Sarah Burton has brought to McQueen” yazısındaki bir ayrıntıdan hareketle yazdım.
Paylaş