Üzerimde ince keten bir pantolon, üstümde sarı bir tişört var. Keten gömleğimin kolları kıvrık. Kendimi, 20. yüzyıl başlarındaki efsane yazarlardan biri olarak hissediyorum. Keten pantolonum uçuşuyor, ruhum ise daha da uçuşuyor. Sonbahar, bütün sayfiyelere hüzünlü ama olağanüstü bir estetik hediye ediyor. Bu, her yıl böyledir. Hüznün, aslında tabiatın ne güzel müsekkini olduğunu öyle anlarda hissedersiniz. Tenhalık sakinleştirir... * * * Beyaz badanalı şapelin, dar merdivenlerinden aşağı doğru iniyoruz. Burası sanki Sümela’nın beyaz minyatürü. Sonunda “Mağara”ya geliyoruz. Her inancın mağaraları vardır. Yani “vahyin” insana indiği yerler. Patmos’taki bu “Mağara” da Hıristiyan inancının önemli vahiy merkezlerinden biri. İnanışa göre, Yohanna İncili’nin bir bölümü burada yazılmış. Hikâye şöyle. Aziz John (Yohanna), Romalıların ilk Hıristiyanlara yaptığı zulümden kaçarak Patmos’a sığınmış. Adada bulunan bir mağarada uyumaya başlamış. İşte bu mağarada ilk vahiyler kendisine tebliğ edilmiş. O da Protokos adlı genç bir adama kendine gelen vahiyleri kaleme aldırmış. * * * Şimdi vahiylerin indiği yerin hemen önündeyim. Dua ediyorum. Ancak kafamda başka bir şey var. İnsan efsaneleşmiş bir kutsal mekânda ne için dua eder. Kendi kendinizi bir yoklayın. Gizli duaların ilginç bir yanı vardır. O kişiye resmen sorduğunuzda hemen, “Ailem, vatanım, kendim, sağlığım için dua ettim” der. Doğru, hemen herkes önce bu duaları yapar. Ama hepimiz biliyoruz ki, herkesin bir de gizli duaları vardır. Belki de kimseye itiraf edemeyeceğiniz dualar. Gizli bir düşmanlık, gizli bir itikat, gizli bir sevgili, gizli bir günah... Ne bileyim, gizli bir şey işte... * * * Bir mum yaktım, dua ettim. Yohanna İncili’nin bir bölümünün yazıldığı taşın önünde, başkalarının ettiği duaları düşündüm. Bir de, geçen ay Paris’te olağanüstü bir gecede Seine Nehri’nin üzerindeki köprülerde gördüğüm bir şeyi... Altı yıl Paris’te yaşadım ama ilk defa fark ediyorum. Paris’in köprüleri bir nevi yatıra dönüşmüş. Hemen her köprünün kenarındaki tel örgülere, binlerce asma kilit takılmış. Her kilidin üzerinde harfler var. Büyük bir ihtimalle âşık insanların isimlerinin baş harfleri. Ve bunlar asma kilit gibi harika bir sembolle birbirlerine kilitlenmişler. Bunların arasında çaput bağlanmış yerler bile gördüm. * * * Patmos’tan ayrılırken, teknemizin yelkenlerini açtık. Rüzgârın doldurduğu yelkenler, hayatımdan bir sonbaharın daha geçtiğini haber veriyordu. Biraz önce Mağara’da ettiğim duayı hatırladım. Sonra önümde kaç papatya mevsimi, kaç bağbozumu, kaç zeytin hasadı var diye düşündüm. O zaman, köprülerin tel örgülerine asılan kilitlerin, mağaralarda tek başına edilen gizli duaların anlamını daha iyi anladım. Her gün önemlidir. Ve her gün, bizi, hayat dediğimiz olağanüstü hediyenin hazan mevsimine götürür. Öyle anlarda düşünürsünüz. Allah’tan ki, sonbahar hüznü en güzel müsekkindir. Çünkü sakinleşen ruhun tevekkülü de, mukadderatı hayatın şeyleri içine katar. Yani er geç karşılaşacağınız son hakikati...