Hayat işte böyle bir şeydir

HAYAT şöyle bir şeydir.Silvan’da PKK silahlı terör örgütüyle göğüs göğse savaşırken 13 şehit veren birliğin bölgedeki komutanları “yanlış konuşlanma” nedeniyle görevden alınırken; onların en üstündeki komutan genelkurmay başkanlığına yükselir...

Birincisini askeri açıdan “yanlış konuşlanma” ile açıklıyorsak, ikincisini neyle açıklayacağız?
Siyasi açıdan “doğru konuşlanma” ile mi?
Daha dikkatli bir ifade ile, “demokrasi açısından doğru konuşlanma” da diyebilirsiniz.

Özet: Askeri açıdan yanlış konuşlanan komutanlar gitmiştir; ama onların en üstündeki komutan, sessizliği ve istifa dalgasına katılmadığı için siyasi açıdan doğru konuşlandığı için taltif edilmiştir.
NETİCE: Asker askeri açıdan da, siyasi açıdan da doğru konuşlanacaktır.
Peki sivillerin “doğru konuşlanması” nedir?
Sivil demokraside de “doğru konuşlanmaktır”.
Kuvvetler ayrılığı, tarafsız yargı, askerin bıraktığı “otoriterlik boşluğunda” durumdan vazife çıkarmayacak bir “iç güvenlik” teşkilatı; özgür basın, hür düşünce, hür ifade...

Hayat şöyle bir şeydir.
Yüksek Askeri Şûra’daki yeni fotoğraf, gerçekten yeni bir fotoğraftır.
“Normalleşmenin fotoğrafıdır.”
“Demokrasi”
açısından estetik bir fotoğraftır.
AMA onunla eski fotoğraflar arasındaki 7 farka bakarken, bazı gerçekleri de unutmamak gerekir.
Mesela, rahmetli Turgut Özal’ı, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ’la Yüksek Askeri Şûra toplantısında yan yana otururken gösteren fotoğraf da ilginçtir.
Koltuklar yan yanadır; ama o fotoğraf çekildikten bir hafta sonra, Özal, askerin ayrılan Üruğ’un yerine gösterdiği kişiyi değil, kendi istediği Torumtay’ı Genelkurmay Başkanı tayin etmiştir.
O Torumtay da, Birinci Körfez Savaşı’nda Özal’la ters düştüğü için istifa etmiştir.
Ve hayat da pekâlâ devam etmiştir...

Hayat şöyle bir şeydir.
Demokratik kurumlar güçlendikçe, bazı kişilerin demokratik hazımsızlıkları da güçlenir. İstifa eden askerlerin arkasından, televizyon ekranlarında, köşe yazılarında, manşetlerde teneke çalanlara, alay edenlere, dalga geçenlere, en aşağılayıcı ifadelerle hava atanlara bakıyorum...
O aşağılamanın arkasındaki duygu, “demokrasiye inanç mıdır?”
Şüpheliyim.

Çünkü, demokratik olmayan dönemleri yaşayan ve acısını çeken insanlara bakıyorum... Onlarda böyle nobran, aşağılayıcı bir hava yok.
Mesela andıç yemiş Cengiz Çandar’a, Mehmet Ali Birand’a bakıyorum...
Onlarda “rövanşını almış varoş delikanlısı” edası görmüyorum.
Başbakan Tayyip Erdoğan’a, Bülent Arınç’a bakıyorum...
Alaycı bir üslup, zaferden şımarmış bir afra tafra yok.
Çünkü arkadan teneke çalmak, medeni milletlerin ve insanların karakteri değildir.
Olsa olsa küçük, daha doğrusu buruşmuş bir ruhun, ölçüsüz tatminidir.
Çünkü medeni insanlar rövanşist olamaz; o insan, her alayın, her aşağılamanın, bu toplumda artık kapanması gereken yaraları kaşıdığını, kanattığını bilir.
Bilirler ki; kapanmayan yara iyileşmemiştir.
Hayat böyle bir şeydir.
Zamanın ruhu bazen öyle kum fırtınaları estirir ki; geçmişi de silip götürür.
Hafıza diye bir şey bırakmaz; hatıraları silip süpürür.
Bir zamanlar “durumdan vazife çıkarılmasına” karşı olanlar, güç ellerine geçtiğinde göğüslerini yumruklaya yumruklaya “durumdan tarihi misyon çıkarmaya” başlarlar.
İlk misyonları da, sevmedikleri, hazzetmedikleri, haset duydukları insanların kapılarına birer çarpı koymak ve arkasından “Onu da, onu da” çığlıkları atmak olur.
Aşağılamak, alay etmek, kışkırtmak da, işte böyle durumlardan çıkarılan en ilkel ve pespaye vazifelerdir.

Evet, Yüksek Askeri Şûra’nın o fotoğrafı, demokratik açıdan estetik bir fotoğraftır.
Eğer o fotoğraftan aldığımız haz samimiyse, şimdi sıra insan karakterinde de aynı estetiği umut etmektir.
Bu karaktere demokratik rötuş nasıl mı yapılabilir?
Çok basit. Küçümseyen, aşağılayan, alay eden o zihniyeti ayıplayarak.
Bir de adalet, çoğulculuk ve kuvvetler ayrılığı prensiplerine sımsıkı sarılarak...
Tabii bir de, bir silahlı gücün hukuksuzluğu yerine, başka bir silahlı gücün hukuksuzluğunu koymayarak.
Yazarın Tüm Yazıları