Paylaş
“Fahir Atakoğlu’nu dinledin mi? Muhteşemdi...”
Seyretmemiştim, bulup seyrettim.
Cumhurbaşkanlığı İletişim, 15 Temmuz dolayısıyla Külliye’nin havuzlu bahçesinde bir gösteri düzenlemiş.
Fahir Atakoğlu’nun bestelediği “15 Temmuz Destanı” isimli bir eser ilk defa çalınmış.
*
Ben 21’inci yüzyılda bir efsane yaratılacaksa daha modern bir şeyin yapılmasından yanayım.
Müzik de benim tarzım değil...
Ama şunu söyleyeyim.
Etkileyici bir eser olmuş.
Sahne düzenlemesi, ışık çok iyiydi.
İcracıları da beğendim.
*
Eseri dinlerken çocukluğuma döndüm.
27 Mayıs darbesi olduğunda 13 yaşımdaydım.
Dedem ve anneannemi görmek için İzmir’den Akhisar’a giderken, Manisa girişindeki ormanın üzerine yazılı o dev tabelayı hiç unutmadım.
“27 Mayıs Demokrasi ve Hürriyet Ormanı...”
*
Aynı yerdeki o tabelanın üzerinde şimdi şu yazıyor:
“15 Temmuz Demokrasi ve Hürriyet Ormanı...”
“Zamanın ruhu” o tabelanın ruhunu da tersyüz etmiş.
*
O tabelanın önünden her geçişimde şunu anlarım.
Büyük dönüşümlerin gerçek tarihini, o dönüşümleri yapanlar değil, “zamanın kalemi ” yazıyor.
Veya silgisi siliyor.
Nitekim o tarih silgisi 27 Mayıs bayramını o tabeladan sildi.
*
Peki bugünkü tabelanın ömrü ne kadar olacak?
Yaşadığım 72 yıl bana şunu öğretti.
Onu da 15 Temmuz’un ardından yaşananlar belirleyecek.
*
Samimi görüşüm şudur. 15 Temmuz 2016 gecesi ülkemiz büyük bir badireyi atlattı.
Vicdansız, adaletsiz, acımasız bir çetenin hepimizin hayatını mahvedecek darbesinden kurtuldu.
Dolayısıyla 15 Temmuz tarihinin hepimizin hafızasındaki yerinin aynı olması gerekir...
*
Peki öyle mi... Bu sorunun gerçek cevabını bugün değil, yarın da değil, öbür gün alacağız...
Bu bayramın adı “Demokrasi ve Milli Birlik”...
Öyleyse bayramın kaderi de bu iki sihirli kelimeye bağlı...
Ülkemizde 2023’e kadar bayramın adındaki bu iki ideali herkesin gönlüne yerleştirecek bir gelişmeyi sağlar, buna bir de adaleti ekleyebilirsek...
İşte o zaman 15 Temmuz “Demokrasi ve Milli Birlik Bayramı” da ilelebet payidar olur...
ÜLKE ADI KUTSAL MIDIR, ONU DEĞİŞTİRMEK OY GETİRİR Mİ
SINIRIMIZIN biraz ilerisindeki Makedonya’da ilginç bir olay yaşanıyor.
İki milyon nüfuslu ülkenin genç başbakanı Zoran Zaev dünyada çok az siyasetçinin cesaret edebileceği bir şey yaptı. Ülkesinin adını değiştirdi.
Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra doğan Makedonya’nın adını “Kuzey Makedonya” yaptı...
*
Yarın ülkede seçim var.
Yaptığı bu değişikliğin oy mu getireceğini oy mu götüreceğini göreceğiz.
Ama aşırı sağ partiler onun aleyhine büyük bir kampanya yapıyor.
Oysa Zaev başarılı bir başbakan.
Ülkesini yeniden Avrupa Birliği ve NATO yoluna soktu.
Başka siyasetçilerin 30 yılda yaptığı değişiklikleri 30 ayda gerçekleştirmiş bir siyasetçi.
Ülkenin adını değiştirerek, komşusu Yunanistan’la isim konusunda yaşanan gerginliği azalttı.
*
Ama Balkanlar her zaman rasyonalite rüzgârları esen bir coğrafya değil.
O nedenle seçim sonucunu merakla bekliyorum.
Yeni Makedonya’da pragmatizme ve Batıcılığa dayalı modern siyaset mi etkili olacak...
Yoksa irrasyonel ve köhne bir milliyetçiliğe dayalı eski kafa mı...
AĞDAN ÇIKAN BALIKLARIN YÜZDE KAÇI YERLİ VE MİLLİ
Dün Kızıldeniz’in ağzındaki su duvarının yıkılması ile kıyılarımızı istila eden göçmen balıkları anlattım. Aslanbalığı bunlardan sadece biriydi.
Mesela onun kadar tehlikeli bir göçmen balık da balon balığı...
*
Başka göçmen balıklar da var.
“Beyaz ve siyah sokar”, “lokum balığı”, “trompet balığı”, “kılkuyruk mercan”, “asker balığı”, “paşa barbunu”...
Peki bunların sayısı nedir?
Tam sayısını bilmek mümkün değil.
*
Ama şöyle çarpıcı bir rakam verebilirim:
Akdeniz Koruma Derneği’nin Kaş, Kekova özel koruma çevresinde yaptığı bir araştırmaya göre; uzatma ağından çıkan her 100 balıktan 89’u yerli değil...
*
Yani sularımız fena halde istilaya uğramış durumda...
Ve kurtuluş savaşı verecek yerli ve milli balıklarımız da yok.
ADALET HANIM’DAN BİZE KALAN O CÜMLENİN MANASI
“ADALET Hanım...”
Bizim için o hep “Adalet Hanım”dı. Ona sadece adıyla hitap eden kimseyi ben görmedim... Adalet Ağaoğlu’nu 12 Eylül darbesi günlerinde Figen ve Enis Batur’un evinde tanıdım.
O ev darbe sıkıntısını yaşayan sanatçıların, yazarların dergâhı gibiydi.
Sonra hep ilişkide kaldık... Görüşemediğimiz zaman telefonla konuştuk...
Gazeteci olarak geldiğim İstanbul’da büyük yapayalnızlık çekerken bir Yaşar Kemal, bir de o bana hep moral verdi.
Hep demokrasi ve insan hakları için çabaladı, didindi.
O da Çetin Altan gibi hayalindeki ülkeyi yaşayamamanın hüznüyle ayrıldı bu dünyadan.
Oysa hayal ettikleri ülkede yaşamayı fazlasıyla hak etmiş bir neslin aydınıydı.
Bizim neslimize, o şahane teselli atasözünü vasiyet olarak bırakarak ayrıldı bu dünyadan.
TÜRK ROMANINDAKİ EN ÇARPICI İLK CÜMLE
Dört kelimeden oluşan çok basit bir cümleydi.
“Bir Düğün Gecesi” romanının ilk cümlesiydi.
12 Mart 1971 askeri müdahalesi sırasında darbeci komutanın oğlu olan arkadaşlarının düğününe giden iki solcu gençten biri, oradaki tabloyu görünce arkadaşına şöyle diyordu:
“İntihar etmeyeceksek içelim bari...”
O cümle 9 yıl sonra yapılacak olan 12 Eylül darbesini yaşayan bizler için çaresizliğin en sempatik isyan ifadesiydi.
Aşktaki çaresizlik ve eksikliğin ifadesi nasıl Cemal Süreya’nın “Onursuzunum daha neyin olayım” dizesi ise... Siyasetteki çaresizlik hüznünün ifadesi de işte bu cümleydi:
“İntihar etmeyeceksek içelim bari...”
Güle güle Adalet Hanım...
İçin rahat olsun...
İntihar etmeyeceğiz...
Onun için de için için içmeye devam edeceğiz...
KATKIDA BULUNANLAR
Sayfa Editörü: Firuzan Demir
Foto Editörü: Umut Veis
Düzeltmen: Metin Usta
Tasarım ve Uygulama: Selma Songül Zengin
Paylaş