BAŞBAKAN Makedonya dönüşü uçakta gazetecilere ilginç bir şey söyledi.
Anayasa için “bazı gazetecilerle” görüşmeler yapılmış.
Bu gazetecilerin kim olduğunu merak etmedim. Ama merak ettiğim başka bir şey vardı. Acaba hangi özelliklere sahip gazetecilere danışılmış? PKK’nın bütün kanatları ile görüşecek cesarete sahip siyasi iktidar, acaba farklı düşünen gazetecilerle de görüşmüş müydü? Yoksa farklı düşünen gazetecileri TAK’tan daha tehlikeli mi görüyordu? Böyle düşünüyordum, ancak uçakta bulunan Hürriyet’in Ankara Temsilcisi Metehan Demir’i arayınca farklı bir durum ortaya çıktı. Başbakan, Dolmabahçe’de görüştüğü gazetecileri kastetmiş. Orada aşağı yukarı bütün gazetelerden temsilciler vardı. Yine de şu soru aklıma takıldı: Bu kadar geniş bir toplantı, anayasa için yeterli bir “gazeteci platformu” olabilir mi? O nedenle, hepimizin görüşlerini açıkça yazmamızda yarar var diye düşünüp şunları yazdım. * * * Cumhurbaşkanı Meclis’in açılışında, yeni anayasa konusunda, hemen herkesin onayını alan bir çerçeve çizdi. Bu anayasa, kaynağını hangi iradeden alacaktır? AK Parti yöneticilerinin verdiği cevap hep şu oluyor: “Halkın istediği anayasa...” Hangi halkın? Meclis’e sandalye olarak yüzde 60 olarak yansıyan yüzde 50’nin iradesinin mi? Yoksa sandıktan çıkan “yüzde 50-yüzde 50” dengesinin mi? * * * Ben anayasa uzmanı değilim. Ama, “halkın istediği” kavramı bana hiçbir şey ifade etmiyor. Hayatım boyunca 2 anayasa yapılmasına, epey de anayasa değişikliğine tanık oldum. - Mesela 61 Anayasası... Hiç de fena bir anayasa değildi. Ama askeri bir darbenin ertesinde geldiği için hep tartışılan bir anayasa oldu. Epey özgürlükçü bir anayasa olduğu halde, sandıktan yüzde 57 gibi çok yüksek oylar almış merkez sağ partilerin hedef tahtasıydı. Çünkü onu yapan irade eleştiriliyordu. - 82 Anayasası da bir askeri darbe ürünüydü. Bana göre 61 Anayasası’ndan geriydi. Ama arkasında yüzde 90 gibi çok büyük bir halkoyu vardı. Yine de hep eleştirildi. Çünkü bir uzlaşma anayasası değildi. Çağın gereklerine, demokrasinin 21’inci yüzyılına cevap veren bir anayasa hiç değildi. O nedenle 30 yıl boyunca hep tartışmanın merkezinde kaldı, 100’e yakın maddesi değiştirildiği halde, bugün hâlâ çağdaş bir anayasa yapmayı tartışıyoruz. * * * Madem tarihimizde ilk defa gerçek anlamda bir sivil anayasa yapmaya girişiyoruz... Madem anayasalar, basit kanunlar değil; O zaman Meclis’te geçici dengeleri değil, gerçek ve uzun vadeli uzlaşmaları temsil edecek bir anayasa yapmamız lazım. AK Partili Burhan Kuzu’nun “Yedi ceddimize yetecek bir anayasa yapmalıyız” sözünü bu bakımdan önemsiyorum. Bu noktada çok şanslı bir durumda olduğumuza da inanıyorum. Son seçim, “yüzde 50-yüzde 50” gibi, Türkiye’yi uzlaşmaya zorlayan bir sonuç ortaya koydu. Öyleyse, baştan kendimize bazı hedefler koymalıyız. - Bu anayasa halk oylamasına gidecekse, en az yüzde 90 destek almalı. - Meclis’te kabul edilecekse, oyların en az yüzde 90’ını almalı. * * * Bana göre Türkiye’nin asıl meselesi anayasa değil, “demokrasi kültürü”. Dünyanın en ileri, en çağdaş, en demokratik anayasasını yapsak da, siyasetçilerimiz, bürokrasi, kurumlar bu anayasayı uygulayacak kültürü ve zihniyeti oluşturmadıkça ne yazık ki hiçbir anlamı olmayacak. Herkese eşit oy, sivil iradeye saygı.... Çok güzel şeyler ama bunlar demokrasilerin kaba inşaatı. 21’inci yüzyılın gerçek demokrasileri artık, “finishing”de, ince ayrıntılarda kendini ispat ediyor. * * * - Mesela; bireylerin hakları korunabilecek mi? “Güç’ün adaleti” değil, “Bağımsız adaletin gücü” prensibi kabul edilecek mi? - Bireylerin hakları sadece askerlere karşı değil; polise, bürokrasiye, yargıya, iktidarların keyfi uygulamalarına karşı da korunabilecek mi? - Siyasi iktidarlar, çoğunlukçu değil, çoğulcu bir anlayışa gelebilecek mi? - En önemlisi de demokrasinin temeli olan “denge ve kontrol mekanizmaları” oluşturulabilecek mi? Yani, inşaatın kabası güzel de; finishing’i de iyi olacak mı... “Umutluyum” dersem, kuyruklu bir yalan söylemiş olurum.