BAZI arkadaşlarım sordular:"Cumhuriyet Gazetesi’nde Mustafa Balbay için düzenlenen dayanışma gününe niye katılmadın?"
Böyle bir günde beni orada görmek istemişler.
Balbay ilk gözaltına alınıp çıktıktan sonra cep telefonundan aramıştım.
Telefon kapalı olduğu için not bırakmıştım.
Aradan iki üç gün geçtikten sonra, gazetenin sabit hattından kendisiyle konuşmuş ve duygularımı aktarmıştım.
Meğer polis, cep telefonuna el koyduğu için mesajım kendisine ulaşmamış.
Cumhuriyet’e gitmedim.
Çünkü toplu eylemler ve hareketler konusunda utangaç ve çekingen bir karakterim var.
Bir yazar, bir gazeteci olarak "kişisel" tavır almak, bana hep daha iyi geldi.
* * *
Bu mesleğe başladığımdan beri, askerle ve polisle çok içli dışlı olmayı yanlış buldum.
Hürriyet’in Ankara Temsilciliği’ni yaptığım sırada, bizim polisteki muhabirimiz olmaktan çok, polisin bizim içimizdeki muhbiri haline gelmiş bir arkadaşımızın işine son verdim.
Bunun karşılığında rahmetli Çetin Emeç’i de İstanbul bürosunda aynı durumdaki bir arkadaşımızı uzaklaştırmaya ikna ettim.
Bu yüzden başıma çok iş geldi.
Ankara’da zemin katındaki evimizin önünde şüpheli bir kişi görüldüğünde, incelemek üzere gelen Emniyet Müdür Yardımcısı, sanki bilmiyormuş gibi, "Burada kim oturuyor" diye sormuş.
Eşim "Hürriyet’in Ankara Temsilcisi" deyince aldığı cevap şu olmuş:
"Ha, o polis düşmanı gazeteci mi?.."
Oysa hayatım boyunca, işini iyi yapan polise ve askere destek verdim.
Grubumuzda çalışan bir yönetici arkadaşımızın geçmişte polisle, istihbaratla ilişkilerinin, gazetecilik sınırı dışına çıktığını öğrendiğimde, kendisine dostça bunun yanlış olduğunu anlattım.
Bana düşman oldu.
Sonraki yıllarda bu sözlerin intikamını benden ağır bir şekilde aldı.
* * *
Askerle ilişkime gelince...
Bazılarının sandığının aksine, onlarla ilişkilerim de hiçbir zaman sıkı fıkı olmadı.
Kuvvet komutanlarının çoğunun isimlerini bile öğrenemedim.
Rütbe sıralamasını öğrenmem çok zor oldu.
Bazı genelkurmay başkanlarıyla sohbetler ettim. Birkaç da telefon konuşması yaptım.
Buna karşılık, Türk ordusunun imajını ve şerefli komutanlarını hep savundum.
Peki böyle yaptım da onların gözündeki yerim çok mu iyi oldu?
Mustafa Balbay’ın tuttuğu notları okurken adımın geçtiği yerlere baktım.
Anladım ki, Hilmi Özkök’ten ne kadar hazzetmiyorlarsa, benden de o kadar hazzetmiyorlarmış.
Soyadlarımızın aynı olmasından dolayı yaptıkları espri de çok ilginçti.
Eski başbakanlardan biri benim için "Güvenilmez adamdır" demişti.
Çok doğru bir teşhis.
Ben güvenilmez bir adamım.
Karakter zaafı da diyebilirsiniz, mesleki zaruret de.
Bir insan, benim oturduğum koltukta "Güvenilir adam" olamaz.
Çünkü o koltuğa oturduğunuz her gün kendi kendinize sorarsınız:
"Güvenilir adam olmak ne demektir?Size kim güvenecek?"
Siyasetçi güvenmiyor.
Ülkenin Başbakan’ı her gün seçim meydanında sizi yerden yere vuruyor, elindeki bütün devlet gücünü üzerinize gönderiyor.