Paylaş
Kapıdaki sakallı grubu görünce tedirginliğim biraz daha artıyor. Burası Hadramut eyaletinin Terim Şehri.
İran’ın Kum kenti neyse Terim de Yemen için öyle bir yer. Bölgenin değil, belki de bütün Yemen’in en muhafazakâr şehri.
Şehirde 365 cami var. Hadramut’un en yüksek cami minaresi bu şehirde.
Bu şehir, dini eğitim veren okullarıyla ünlü. Kapısından girdiğimiz yer bölgenin en ünlü din okulu “Dar-ül Mustafa”.
Programımızda okulu ziyaret etmek
yoktu. O nedenle daha önceden
başvurmamıştık. Oradan telefon edip gelmek istediğimizi söyledik.
Doğrusu pek de umudumuz yoktu. Sebati Karakurt İran’a gittiğinde, bırakın okulları, onu Kum kentinin kapısından bile içeri sokmamışlardı.
GUANTANAMO MAHKÛMU KILIKLI ADAM ŞAŞIRTIYOR
Beni şaşırttılar. “Çok memnun oluruz” dediler. Kapıya gelince “Selamünaleyküm” deyip kendimizi tanıtıyoruz. İlk şaşkınlığı orada yaşıyorum. Guantanamo mahkûmları kılıklı o sakallı adamın yüzü birden gülüyor ve bizi buyur ediyor.
Bir avluya giriyoruz. Gördüğümüz ilk manzara, sol tarafta çeşitli kapıları olan bir cami.
O sırada üzerinde beyaz uzun elbisesi olan siyah bir genç adam bizi karşılıyor. O da güler yüzlü. Avustralyalı bir Müslüman’mış. Camiye girip sohbet etmeye başlıyoruz.
Biraz sonra bir başkası gelip bizi misafir odasına davet ediyor.
Misafir odası, Yemen’de hemen her yerde gördüğümüz tipik salonlardan biri. Salonun dört tarafı yerden çok hafif yüksek divanlar şeklinde düzenlenmiş. Benzer salonu başka yerlerde, bu defa “Gat Meclisi” olarak göreceğiz. ‘Gat’ bir tür uyuşturucu. Bunu dizinin ileriki bölümlerinde anlatacağım.
GÜLER YÜZLÜ SOSYALİZMİ ARARKEN GÜLER YÜZLÜ İSLAM
Duvarın biri baştan başa dev bir Kâbe fotoğrafı ile kaplanmış.
Biraz sonra 30’lu yaşlarında, ince yüzlü, yakışıklı bir genç adam salona girip kendini tanıtıyor. Okulun iki numaralı yöneticisiymiş.
Onu okulun bir numarası izliyor ve hep birlikte divana oturuyoruz.
İkisi de son derece saygılı. Çok yumuşak ve güven verici bir sesle konuşuyorlar. İkisinin de yüzü gülüyor.
1960’lı yıllarda, Macaristan ve Çekoslavakya’daki ayaklanmaların Sovyetler Birliği tarafından bastırılması sırasında, genç bir sosyalist olarak rahmetli Mehmet Ali Aybar’ın “güler yüzlü sosyalizm” tezini yürekten desteklemiştim. Bazı arkadaşlarım ise bunu “revizyonizm” olarak yerden yere vuruyorlardı.
Şimdi de 60 yaşını geçmiş, fanatizmden yorulmuş bir Müslüman olarak “güler yüzlü İslam”ı arıyorum.
MEĞER BU BÖLGEDE ESKİDEN BERİ SUFİ GELENEĞİ VARMIŞ
Sohbetimiz devam ettikçe bu güler yüzün arkasındaki gerçekler de yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Hadramut eyaletinde tarihsel olarak sufi geleneği var. Bu gelenek günümüzde de devam ediyormuş
Nitekim Dar-ül Mustafa’nın eğitim programında “sufi öğreti” de var.
Aynı okulun biraz ilerisinde ise kadınlara öğretim veren “Dar-ül Zehra” adlı bir okul daha var. Öğreniyoruz ki, orada Alevi öğretisi alanlar da varmış.
O yüzden karşımdaki insanlar bana iyi geliyor. “İslam’ın imajı çok bozuldu. İslamofobi yayılıyor. Böyle güler yüzlü, fanatik olmayan Müslümanlar bu imajı değiştirebilir” diyorum.
Ayrılmak istiyoruz ama bize bir şeyler ikram etmek ve okulu gezdirmek istiyorlar.
ORADA KÂBE’DE YALINAYAK YÜRÜYÜŞÜMÜ HATIRLIYORUM
Okulun çeşitli avluları var. Üst kat genellikle öğrencilerin kaldıkları yerler. Öğrenciler okulun içinde yalınayak geziyorlar. Avlunun taşları tertemiz ve bana, Kâbe’de yürürken hissettiğim duyguyu veriyor.
En çok ilgimi çeken yerlerden biri okulun kütüphanesi oldu.
Girişin sol tarafı küçük bir bilgisayar bölümü haline getirilmiş. Bu okulda sandalye yok. Bilgisayar başında bile bağdaş kurularak çalışılıyor. Eski ve yeni metinlerin hepsi dijital arşive geçiriliyor.
Salonun 4 tarafı camekânlı raflarla dolu.
Bir bölümü eski Kuran’lara ayrılmış. Duvardaki en ilgimi çeken şeylerden biri, çok güzel renklerle hazırlanmış bir “peygamberler soyağacı” deseni. Adem’le başlayıp Hazreti Muhammed’e (S.A.S) kadar devam ediyor.
DUVARDAKİ KUTSAL EMANET FOTOĞRAFLARI
İlgimi çeken bir başka şey de, tam karşı duvardaki bir poster. Üzerinde Topkapı Sarayı’nın Kutsal Emanetler bölümündeki Hazreti Muhammed’e (S.A.S) ait kutsal emanetlerin fotoğrafları var.
Okuldan, girişimizin tam tersi duygularla ayrılıyoruz.
Güler yüzlü İslam mümkünmüş.
Belki bu duygu bütün İslam âlemine yayılır.
Okuldaki hocaların ifadesiyle “İnşallah” deyip ayrılıyorum.
36 ülkeden gelen öğrenciler arasında bakın kimler var
Dar-ül Mustafa 20 yıllık bir geçmişe sahip. 1993’te şehirdeki bazı varlıklı kişiler tarafından kurulan bir vakıf tarafından ortaya atılmış. Ancak kapılarını resmi olarak 1997 yılında açmış. Erkek kısmında 36 ülkeden 400 öğrencisi var. Bunlar arasında Ürdün, Malezya, Suudi Arabistan, Somali, Suriye gibi Müslüman ülkeler var. Ancak Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Çin, Singapur, Kenya gibi ülkeler de bulunuyor.
Peki Türkler? Şu sırada Türk öğrenci yokmuş. Ancak geçmişte bazı Türk öğrenciler de gelmiş. Genellikle klasik İslami eğitim veriyor. Teoloji, Arapça gramer, Peygamber’in hayatı, Hadis, Fıkıh gibi dersler var. Katı bir eğitim sistemi yok. Öğrenciler istediği çalışma gruplarına katılıyor. Ayrıca her yıl temmuz, ağustos aylarında “Dovra” denilen 40 günlük yaz kursları düzenleniyor.
Yemen’i “Bundan sonraki Afganistan” olarak gören Amerikalılar bu okullardaki insanları daha yakından tanımalı.
İNSANSIZ UÇAKLAR ALTINDA GİDERKEN
9 Nisan Çarşamba günü, yani yaş günümün ertesi günü, Yemen’in belki de en tehlikeli bölgesine hareket ederken durumumuz şuydu.
Biz endişeliydik.
Güvenliğimizi sağlayan 12 kişilik asker ve polis timi bizden daha endişeliydi. Hadramut adının nereden geldiği ile ilgili teorilerden birine göre bu isim, Amar İbn Kahtan’ın takma isminden kaynaklanıyor.
Takma ismi “Ölüm geldi” anlamına geliyormuş. Çünkü bu şeyh ne zaman bir savaşa girse çok sayıda insan ölüyormuş. Biz, Hadramut Vadisi’nin en tehlikeli bölgesi olan Dogan Vadisi’ne gidiyoruz. Vadinin ucuna kadar gideceğiz. El Kaide’nin bu bölgede “uyuyan hücrelerinin” bulunduğu ve zaman zaman harekete geçtiği söyleniyor. Bunun anlamı şu: Tepemizde Drone’lar, yani Amerika’nın insansız uçakları dolaşıyor demektir. Drone’ları görmesek bile, hatta olmasalar bile biz nefesini ensemizde hissediyoruz. Katar veya Hint Okyanusu’ndaki bir gemideki bazı insanların önündeki ekrandan bizi izlediği duygusunu atamıyoruz. Yani her an başımıza bir Uludere vakası gelebilir. Oranın yerlilerinin anlattığına göre Müslümanlık öncesi dönemde insanlar bu vadide biri gökyüzünde, öteki ise yerde yaşayan iki ahali varmış.
Yeryüzündeki ahaliye “Dogan” deniyormuş. Şimdi yeryüzü ahalisi biziz, gökyüzündeki ise Amerika’nın insansız uçakları. Ne mi hissettik? Kıvırtmadan itiraf edeyim. İnsan korkuyor. Çünkü son bir yıl içinde bu bölgede bazı El Kaide yöneticileri insansız uçaklarla öldürüldü.
Grand Canyon (Büyük Kanyon) sönük kalır
Fotoğraflar: Sebati KARAKURT
Dogan Vadisi olağanüstü bir yer. Amerika’daki Grand Canyon’u düşünün. Onun yirmi katı güzellikte bir coğrafya. İnsan kendini Mars’ta hissediyor. Yol boyunca harikulade mimariye sahip köyler var. Her birinde durup fotoğraf çekmek istiyoruz. Kendine yeni ve heyecan verici bir destinasyon arayan insanlar için aranıp da bulunmayacak bir coğrafya. Yol üzerindeki karşılıklı iki köyden oluşan “El Hacerin”, Şibam kadar etkileyici bir yer. Bir Positano şaheseri. Kasabanın yukarı doğru tırmanan yollarında kendimizden geçiyoruz.
GAME OF THRONES KÖYÜ
Vadinin sonunda ise tabiatın ve insan elinin iki başeseri bizi bekliyor. Derin ve yüksek bir vadinin dibinde dev bir kayanın üzerinde küçücük bir köy. Gerçek bir Game of Thrones sahnesi. Saatlerce kalabiliriz.
Ama güvenliğimizi sağlayan timin komutanı endişeli.
“Hava kararmadan Seyun’a dönmeliyiz” diyor. Terörü ve teröristi bir kere daha lanetliyorum. Bizimle bu insanlar, o insanların yarattığı muhteşem mimari ve harikulade coğrafya arasına yıkılması zor bir duvar örmüşler. Allah bütün teröristlerin belasını versin...
İnsanlığın en büyük düşmanı onlar...
Sakın ‘hurma’ demeyin
Yanımızdaki askerler hep ciddi. Gözlerde karışık bir ifade var.
Fakat ben ne zaman Sebati’ye seslensem, yanımızdaki askerlerin yüzü birden gülmeye başlıyor.
Hatta birbirlerine “Sebati... Sebati...” diye seslenerek kahkahalar atıyorlar. Anlam veremiyoruz.
Kahkahaların nedenini, tam Hadramut’tan ayrılırken havaalanında öğreniyoruz. Meğer Arapçada “Zebati”, yoğurt anlamına geliyormuş.
Sebati’nin üzerinde hep siyah tişört olduğu için de aralarında ona “Kara yoğurt” adını takmışlar.
Yeri gelmişken küçük bir uyarı.
Bir Arap ülkesine gittiğinizde, sakın “hurma” kelimesini Arapça sanıp
“I want hurma”(Hurma istiyorum) demeyin. Dayak bile yiyebilirsiniz. Çünkü “hurma” Arapçada “kadın” anlamına geliyormuş.
Hatta argoda, kadınlık organı anlamına gelen, daha açık saçık bir anlamı varmış. Şapşal olduğum için, “Karı istirem” durumuna düşmüşüm. Zar zor izah edebildik.
YARIN
Osmanlı’ya başkaldıran İmam Yahya’nın evinde neler gördük? Duvara monte edilmiş basamakları tırmanarak çıkılan küçük oda neydi?
Evin harem bölümünde neler gördük? Hangi oda, hangi kadına aitti. Haremde kapalı tutulan tek odanın sırrı neydi? O oda ne için kullanılıyordu?
İmam Yahya hakkındaki efsaneler neydi? Ünlü dürbünü ne işe yarıyordu? Geceleri yüzüne sürdüğü fosforu görenler ne sanıyordu?
Paylaş