Paylaş
“Wild Wild Country” (Vahşi Ülke) dizisinde, Amerika’da Oregon eyaletine yerleşip orada kendine ait bir din kurmaya çalışan Hintli guru Bhagwan’ın hikâyesi anlatılıyor.
***
Gerçekten ibret dolu bir belgesel...
İnancın, tapınmanın, nasıl sömürülmeye ve yoldan çıkarmaya hazır bir duygu olduğunu çok güzel anlatıyor.
***
Tabii filmi izleyen herkes anında Fetullah Gülen ve müritlerini hatırlıyor...
Ben de size aradaki benzerlikleri ve benzemezlikleri çıkardım.
- İKİSİ DE: Ülkelerinde suç işlemiş ve kaçmak zorunda kalmış tarikat lideri.
- İKİSİ DE: Ülkelerinden kaçtıktan sonra sığınma yeri olarak Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmiş.
- İKİSİ DE: ABD’de toprak satın alıp kendine ait bir “İnanç prensliği” yaratmaya çalışmış.
- İKİSİ DE: Hukuki yolları, adaleti mekanizmasını ve yerel lobileri kullanmayı çok iyi biliyor.
- İKİSİ DE: Çok büyük parasal kaynaklara sahip. Ticari hayatta etkili bir yapı oluşturmuş.
- İKİSİ DE: Gerektiğinde yasadışı yolları, tehdidi, şantajı kullanmaya yatkın.
Benzemezliklere gelince...
- SANYASİNLER: Durmadan dans ediyor. FETÖ’cüler hiç dans etmiyor.
- SANYASİNLER: Evliliğe karşılar, serbest cinsellikten yanalar. FETÖ’cüler örgüt içi evlilikten yana, açık cinselliğe karşılar.
- SANYASİNLER: İçki içiyor, FETÖ’cüler içmiyor.
- SANYASİNLER: ABD yönetimi ile kavgalı, FETÖ’cüler iyi geçinmeye çalışıyor.
- SANYASİN-LERİN lideri Baghwan çoğu kez konuşma orucu tutuyor, Fethullah Gülen ise durmadan konuşuyor.
- SANYASİNLER: Açıkça silahlanıyor, FETÖ’cüler ise ordu, polis gibi resmi kurumlar içindeki adamları aracılığıyla silahlanıyor.
GÜNÜN SORUSU
KÜÇÜK PRENS SİZE NE DİYOR
BU hafta aldığım en güzel hediye Tuhaf dergisinin son sayısında okuyucularına verdiği küçük defter oldu.
Üzerinde sadece “Küçük Prens” yazıyor...
Bir de bütün dünyanın tanıdığı o harika çizim... Dakikalarca baktım not defterinin kapağına...
Nedir bu iki sihirli kelimenin çoğumuzun hafızasında bıraktığı derin iz...
Sorarsanız, belki de hepimiz farklı bir şey söyleyeceğiz...
Yine de ortak bir duygumuz var.
Küçük Prens hepimize iyi geliyor...
Ve hepimiz de bu iyiliği bir nesilden ötekine aktarmaya çalışıyoruz...
Defteri torunum Sinan Ali’ye hediye ettim...
Tuhaf’ın verdiği kitap ayracını da öteki torunum Zeynep’e...
EMİN ÇÖLAŞAN’A DA HAKKINI HELAL ETTİ Mİ
AYDIN Doğan’ın Hürriyet’te biz çalışanlarla yaptığı veda töreninde onun iç dünyası açısından çok önemli bir ayrıntı vardı.
Bütün salon dinliyordu ama o ayrıntıyı benden başka kimsenin fark ettiğini sanmıyorum.
***
Veda konuşmasının helalleşme bölümüne gelmişti...
Kendisiyle birlikte çalışan, çalışıp da yanından ayrılan herkese hakkını helal etti...
***
“Herkese” kelimesini işitince geçen yaza döndüm
2017 yazının neredeyse tamamını Bodrum’da Aydın Doğan’la birlikte geçirdim...
Çok konuştuk...
Özellikle Hürriyet’ten ayrılan 3 yazardan sık sık söz ediyordu...
***
Mesela Yılmaz Özdil...
Onun hakkında, “Bizden ayrıldı. Ama hep çok mert davrandı. Hiç haksızlık etmedi bana” diyordu...
Eşi Sema Hanım’ın onun iyi bir okuyucusu olduğunu söylüyordu.
***
Bekir Coşkun konusunda üzgündü.
“Ben onun işine son vermedim. Kendi ayrıldı. Ama sanki biz ayırmışız gibi bir hava oluştu” diyordu.
Bekir’in hastalığını öğrendiğinde ne kadar üzüldüğünün şahidiyim.
***
Ancak Emin Çölaşan’a çok içerliyordu...
Ve sık sık şunu söylüyordu...
“İşte ona hakkımı asla helal etmeyeceğim...”
***
Veda konuşmasında o bölüme gelince içimde bir şey cız etti... “Keşke bunu söylemese” dedim...
Söylemedi...
Bir-iki saniye durdu, sonra “Herkese hakkımı helal ediyorum” dedi...
***
Önünde yazılı bir metin vardı.
Bu duyguyla mı geldi, orada mı böyle bir duygu oluştu bilmiyorum...
İçinde tek bir ukde vardı...
“Herkese” dediğine göre “Acaba içindeki son ukdeyi de sildi mi” diye düşündüm....
***
Bir “Gazeteci Aydın Doğan” vedasıydı...
Gazetecilerden haklarını helal etmesini isteyerek, gazetecilere hakkını helal ederek ayrıldı.
Amiral gemisini, kendisi gibi çok genç yaştan itibaren iş dünyasına girmiş, başarmış, gençlik yıllarından beri gazetecilik dünyasına çok yakın olmuş Erdoğan Demirören ve ailesine emanet etti.
***
Dinlerken, “Helalleşmek güzel bir duygu” dedim...
Ve Yılmaz Erdoğan’ın “Kelebeğin Rüyası” filmindeki o harika cümleyi hatırladım:
“Belki unutmak değil ama hatırlamamak mümkün...”
ZAMANIN RUHSUZLUĞU
EMİN SEN DE BİR KERE DANS ETSENE
MUSTAFA Erdoğan dün Cumartesi Postası’nda Oya Çınar’a verdiği mülakatta, erkeklerin dansa olan ilgisinin azaldığını söylüyor. Sanki “zamanın ruhsuzluğunun” empoze ettiği bir şey bu...
Mustafa Kemal Atatürk dans ederdi dedikten sonra soruyor:
“Meclis’teki milletvekilleri hayatlarında bir kere dans etselerdi böyle olur muydu bu ülke?”
Aklıma Emin Çölaşan’ın yıllar önce Ayşe Arman’a, biraz da övünerek söylediği şu cümle geldi:
“Hayatımda hiç dans etmedim...”
Bu ülkenin bütün köşe yazarları hayatlarında bir kere dans etseydi böyle olur muydu bu medya...
ÇOK GÜZEL BİR KADIN YAKLAŞTI VE DEDİ Kİ
OLAY önceki cumartesi Bebek’te Lucca’da oldu...
Çok güzel bir kadın yanıma geldi...
Üzerinde spor giysileri, kulağında kulaklık vardı.
Yavaşça kulağıma eğildi ve şunu fısıldadı:
“Size çok teşekkür ediyorum. Hayatımın çok önemli bir anında bana öyle güzel bir hediye verdiniz ki... Hayatımı güzelleştirdi...”
Artık kırklı yaşlarına gelmiş...
Kırklarına gelen her kadın gibi onun da belli ki bir iç hesaplaşması olmuş...
Sonra “Sizin ‘Kırk7’ kitabınızı okudum. Bana o kadar iyi geldi ki... Size çok teşekkür ediyorum” dedi...
O kitabı kadınlar için yazmıştım...
Gerçekten de bir kadının en güzel yaşları olduğuna yürekten inanıyorum...
Ne mutlu bana dedim...
Böylesine güzel bir kadını mutlu edebilmek...
Haa...
Yanında, yıllarca Hürriyet’te aynı yazıişleri masasında birlikte çalıştığım eşi Emre İskeçeli de vardı...
Onu gördüğüme de çok sevindim.
YAHU TÜRKİYE’NİN EN ÜNLÜ KEBAPÇISI İZMİR’DE DEĞİL Mİ
POSTA gazetesi “Türkiye’nin en iyi 10 kebapçısını” seçmiş...
Baktım 5’i İstanbul, 3’ü Adana, biri Antakya, biri de Ankara’dan 10 kebapçı var listede...
Yani İzmir’den tek isim yok.
Oysa Google’a girin...
Türkiye’nin en ünlü kebapçısı İzmir’den...
Fatih Terim olayından tanıdığımız Kebapçı Selahattin yani...
KLASİK MÜZİKTE İNGİLİZLERLE HİÇ AMA HİÇ ANLAŞAMIYORUM
İNGİLTERE’nin en popüler klasik müzik kanalı olan “Classic FM”, dinleyicilerinin oylarıyla en sevilen 300 eseri seçmiş.
İlk 5 şöyle:
- Rahmaninov: “Do minör Piyano Konçertosu No 2”
- Mozart: “La majör Klarnet Konçertosu”
- Max Bruch: “Sol minör Keman konçertosu No 1”
- Ralph Vaughan Williams: “Yükselen Tarla Kuşu”
- Edward Elgar: “Mi minör Viyolonsel Konçertosu”
Vallahi hiçbiri benim ilk 5’imde yok... İlk 10’umda da yok...
Belki Rahmaninov ilk 20’ye girebilir...
Mahler’in 5’inci Senfonisi’nin özellikle “Adagio” bölümünün ilk 5’te olmadığı hiçbir liste bana uymaz...
20 YAŞIMA GELDİĞİMDE ARTIK BİR SAHTEKÂRDIM
- 2016’da yayınlandığında Oray Eğin bana mesaj atıp “Abi bu kitabı özellikle sen mutlaka okumalısın” demişti...
Çok az hatıra kitabının giriş paragrafı beni bu kadar etkilemiştir.
Amerikan ruhunun en büyük şarkıcılarından Bruce Springsteen otobiyografisi “Born to Run”* nihayet Türkçede de yayınlandı.
Hatıralar şu cümlelerle başlıyor:
“Neredeyse her şeye biraz sahtekârlığın bulaştığı, derme çatma bir kasabadan geliyorum. Yirmi yaşıma geldiğimde yarış arabaları süren bir asi değil, Asbury Park’ın sokaklarında dolaşan bir gitarist ve daha o zamandan hakikat uğruna ‘yalan söyleyenlerin’, yani küçük harfli ‘s’ ile sanatçıların itibarlı bir üyesiydim.”
Müziği sevenler için söyleyeyim.
Keith Richards ve Eric Clapton’ınkinden sonra okuduğum en samimi otobiyografi kitabı...
Şuna kesinlikle inanıyorum.
En samimi ve gerçekçi hatıratı müzisyenler yazıyor.
- Bruce Springsteen: “Born to Run” Otobiyografi, Çev.: Özge Onan, Doğan Kitap, 2018
TANSU’NUN INSTAGRAM HESABINDAN BİR FOTOĞRAF
EŞİM Tansu dün Instagram hesabına bu fotoğrafı koydu.
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ile ana muhalefet partisi CHP’nin genel başkanı İsmet İnönü Anıtkabir’de kol kola...
Başbakan protokol gereği önde yürüyor.
Ana muhalefet partisi başkanı ise Kurtuluş Savaşı’nın iki komutanından biri.
Demirel onun arkada yürüdüğünü görünce geri kalıp onun hizasına geliyor...
İnönü ise onun koluna girip şunu söylüyor:
“Yürü yürü sen başbakansın. Protokol kimsenin değerini düşürmez...”
Paylaş