Paylaş
Bundan 5 yıl önce onu kimse tanımıyordu.
Elleri cebinde, karşısındakini umursamaz bir halde dinliyor.
Karşısındaki adam ise 56 yaşında ve Fransa’nın cumhurbaşkanı.
Fotoğrafta, bildiğimiz, kabul ettiğimiz klasik “saygı kuralları” bir kenara bırakılmış.
27 yaşındaki genç adam, Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg.
Bu fotoğraf, çağımızın yeni “güç dengesini” bütün canlılığı ve realizmi ile anlatıyor.
* * *
Düşünce dünyamız, geçen hafta iki önemli yeni kavramla tanıştı.
Birincisi Paris’te ortaya atıldı.
Önceki hafta pazartesi günü Paris’te Louvre sarayının bahçesine kurulan bir çadırda, çok önemli bir toplantı yapıldı.
Adı “E-G8”di.
Yani dünyanın en büyük 8 ülkesi, internet çağını konuşmak üzere bir araya gelmişti.
Bu toplantıya davet edilenler arasında, Facebook’un ve Google’ın yöneticileri de vardı.
Dünyanın dijital alandaki en büyük isimleri oradaydı.
Fransa Devlet Başkanı Sarkozy toplantının açılışında yaptığı konuşmada ilginç bir kavram ortaya attı.
“Civilised internet” (medeni internet).
Sarkozy’nin bununla anlatmak istediği şey belliydi:
“Evcilleştirilmiş bir internet.”
Yani devletlerin kontrol edebildiği bir sistem.
* * *
Mark Zuckerberg ve öteki dijital “Mogul”lar, Paris’ten sonra Sarkozy ile birlikte Atlantik kıyısındaki “Deauville” şehrine gittiler.
Orada kendilerini G-8 ülkelerinin en büyük sanayicileri bekliyordu.
O toplantının sonunda bir bildiri yayınlandı. 8 ülkenin temsilcileri, “internet üzerinde daha güçlü bir kontrol” istiyorlardı.
Mark Zuckerberg’in orada bu fikre karşı yaptığı sert konuşmanın hiçbir etkisi olmadı.
Çünkü bildirinin taslağı çok daha önceden hazırlanmıştı ve orada yayınlandı.
Üstelik klasik medyanın temsilcileri de bu görüşe katıldı.
Onlar, ellerindeki ürünleri internet korsanlığına karşı korumak için daha fazla kontrol istiyordu.
Hükümetler ise, özel hayatı korumak ve WikiLeaks tarzı sürprizleri önlemek için.
* * *
Aynı hafta ikinci bir kavram daha ortaya atıldı.
Medeniyetler Çatışması’nın yazarı Francis Fukuyama, geçen cumartesi Financial Times’ta yayınlanan bir söyleşisinde, demokrasileri bekleyen tehlikenin adını koydu:
“Kaliteli otoriterlik”.
Yani ekonomileri geliştiren, ama insan haklarını, demokrasinin “check and balance”(kontrol ve denge) sistemini iplemeyen, liderlerin güç temerküzüne bağlı yeni bir “despotluktan” söz etti.
Tabii ki bunun en büyük örneği Çin’di. Ama öteki ülkelere de yayılma ihtimali vardı.
“Origins of political order” adlı yeni kitabında bunu işliyormuş.
Diyorum ki; şimdilik bu iki kavramı bir yere yazın.
“Medeni internet” ve “kaliteli otoriterlik”...
Önümüzdeki dönem, “sivil vesayet” rejimlerinin yeni kılıfı bu olacak.
* * *
Bu fotoğrafta sanki iki devlet başkanı samimi bir sohbet yapıyor.
Tesadüfe bakın ki, Facebook bu hafta çeşitli ülkelerde bir nevi “diplomatlıklar” açacağını açıkladı.
Sonunda 500 milyon “vatandaşı” olan bir devlet değil mi...
O nedenle fotoğrafa bakıp, sakın dostane bir konuşma yaptıklarını sanmayın.
O gülüşlerin arkasında “üçüncü dünya savaşı” hazırlanıyor.
“Devletle” “vatandaş” arasındaki en büyük savaş...
SAKIN O CENAZEYE GİTMEYİN
BAKIN köşe yazarı ne yazıyor:
“Tümer için düzenlenecek cenaze töreninde ortaya çıkacak görüntünün ‘Silahlı Kuvvetler 12 Eylül’e sahip çıkıyor’ fikrine yol açmamasını dileyelim.”
Biraz daha zorlasa, “Aman ha bu cenazeye katılmayın” diyecek.
Yani o cenazeye katılmak neredeyse “darbecilikle” eşanlamlı olacak.
Siyaset, hesaplaşma duygusu, rövanşı alma ihtirası artık bu kadar mı gözümüzü döndürdü?
İfadeye çağrıldığı gün ölen bir komutanın cenazesine katılacakları bile tehdit edecek bir noktaya mı geldik?
Geçenlerde bir yazar, onların davetlisi olarak gittiğim bir yemekteki kendi arkadaşlarından hesap soruyordu:
"O adamla aynı masada işiniz ne...”
Geldiğimiz nokta işte budur.
Evli evine, köylü köyüne, herkes kendi siperine...
Artık “cenaze komiserleri”, “yemek masası mühendisleri”, “cemaat muhafızları” hayatımızın normal aktörleri haline geldi.
İşaretparmakları gözümüzün içinde, öfkeyle hesap soruyorlar.
PKK imamları ayırdı; onlar da cenazeleri ve masaları ayırıyorlar.
İş artık, “Silah arkadaşının cenazesine katılma, seni de darbeci ilan ederim” noktasına geldi.
Ben de diyorum ki, eğer bir insan, bir başkasının tehdidine pabuç bırakıp, arkadaşının cenazesine gitmezse, yuh olsun ona.
Paylaş