Paylaş
Yerlerde sürüklemişse, onurunu kırmışsa...
Ve o kadın gerçekten utancından ortaya çıkamıyorsa...
* * *
Sana sesleniyorum: Ey, bu ülkenin her şeye muktedir devleti.
O muktedir devletin 11 yıllık en muktedir yeni sahibi.
Sana sesleniyorum...
Sen ki, olmayan suçu yaratmaya muktedirsin.
Sen ki yatak odalarımıza kadar burnunu sokacak kadar mahirsin.
Sen ki gerçek ölülere, meçhul failler yaratacak kadar derin...
Meçhul ölülere ise aleni failler yaratacak kadar komplo üstadısın.
Sen ki biber gazıyla, MOBESE’yle, Tomahawk’la kendi halkına karşı bile “ikinci Çanakkale zaferleri kazanan” muzaffer polisine bir de destanlar yazıyorsun...
* * *
Bul o başörtülü kadına o zulmü yapan güruhu.
O üstü çıplak, göğsü deri askılı olduğu söylenen, Cirque du Soleil kaçkını zalim soytarıyı...
Bul ve çıkar mahkemenin önüne, yargıla, mahkûm et.
Sonra geri çekil...
İşi bize bırak.
Gezi’ye katılan çocuklara bırak.
Yani parkta yan yana oturduğu için azarlanan, Kadıköy vapurundan indiği için horlanan. Her salı grup ayinlerinde paspas edilen.
Haysiyetinden başka kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış.
Hayat tarzları kendilerine dar edilen, yıllardır
kötü ebeveynlerin üvey
evlat muamelesi yaptığı insanlara bırak.
* * *
Bak şurada yazıyorum...
Kuran’a el basıyorum.
Eğer o kadını tekmeleyen, ayakları altına alan, onuruna el ve dil uzatan mahluk varsa... Suratına sizden önce ben, bizler tükürmezsek namerdim, namerdiz...
Var sen Gezi’nin öldürülen çocuklarına, gözü çıkarılan, ruhu iğdiş edilmiş evlatlarına yapılanlara karşı kılını kıpırdatma, kıpırdattırma...
Hatta öldürenin, öldürtenin, gazlayanın, TOMA’layanın sırtını sıvazla, yakasına madalya tak.
Kendin cimri ol, vicdanını sadece kendininkine sakla, ondansa cömert olmasını bekle... Vicdanını seninkine de vermesini iste...
Verirler... Tek taraflı da verirler.
Çünkü o çocukların emrine amade olacak cemaatleri, biat edecek siyasi babaları, sırtlarında taşımak zorunda oldukları bir mazinin utancı yok, tek yükleri bugünün vicdanı.
Onu da sırtlarında taşımıyorlar, kucaklıyorlar...
Yani kucakladıkları vicdanı, bugünün muktedirinden beklemenin boş bir hayal olduğunu öğrendiler.
Zaten bunun için Gezi’deydiler...
Seninse hâlâ
anlamadığın bu...
Hayat son 5 yılda epey şeyi değiştirdi.
Kimimizi yeniye, kimimizi ise eskiye doğru...
Başörtüsüz bir erkeğin imzası kabulse, buyurun benimki de
BAŞÖRTÜSÜ takmayan 57 kadın sanatçı, yazar, öğretim üyesi ortak bir bildiri yayınladı.
Mesajı şu: “Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve kamu kuruluşlarına başörtülü kadınlar da girebilsin, çalışabilsin...”
Uzun süredir yazıyorum, televizyonlarda da sık sık söylüyorum. Bu görüşe bütün kalbimle katılıyorum. Ve buradan imzacı arkadaşlara sesleniyorum.
Aranıza başörtüsüz bir erkeği de kabul ederseniz, işte imzam...
* Yazıyı yazdıktan sonra bildiriye erkeklerinde imza attığını ve bu sayının 5 bin’e yükseldiğini öğrendim.
Muhafazakâr kadın yazarlar neden siperlere çekildi
HER gün dikkatle okuduğum, çok şey öğrendiğim, itiraf edeyim, hatta bazı konularda görüşlerimin değişmesinde büyük etkisi olan muhafazakâr kadın yazarların bir bölümünün Gezi olayları konusundaki tutumu beni şaşırttı. Bu olayın sosyolojisini hiç kurcalamayan çok katı bir savunma refleksine girdiler.
Eski kamplarına girdiler, bunkerlerine kapandılar.
Silivri’deki haksızlıklara gösterdikleri vicdani anlayışın onda birini bu çocuklara karşı göstermediler. Oysa liberal erkek yazarların büyük çoğunluğu bu tavırda olmadı.
Mehveş Evin de dün Milliyet’teki yazısında buna değiniyordu.
Gezi, Türkiye’deki geleneksel seküler-muhafazakâr tartışmasının iki tarafındaki makul insanlar arasında oluşmaya başlayan o güzel diyaloğu bozacak bir olay değildi.
Tam aksine o diyaloğu daha güçlendirecek, daha etkili hale getirecek bir öze sahip.
Muhafazakâr kadın yazarlardan konuya bir de bu açıdan bakmalarını diliyorum.
Hazır gelmişken bir de Urla İskele’ye iniverseydi
GEÇEN yıldan beri Başbakan Erdoğan’ın ailesiyle birlikte Urla’da bir yere geldiğini biliyordum.
“Gittiğini” değil, “geldiğini” diyorum. Tansu Urla’ya yerleştiği için, kendimi ev sahibi gibi görüyorum.
Zaman zaman geldiği için de çok seviniyordum.
Önceki gün gazetelerde geldiği yeri gördüm.
Biraz çevreye kapalı bir yer gibi görünüyordu.
“Keşke” dedim, hazır oradayken biraz çıkıp gezseydi.
Mesela İskele’ye inip, orada insanlarla konuşsa, hal hatır sorsaydı.
“Nedir sıkıntınız” deseydi...
Mesela Alaçatı’ya gidip, cuma namazını, bir tarafı cami öteki tarafı kilise olarak korunan yerde kılsa...
Arkasına Atatürk posteri asan karpuzcuya girip bir-iki kelam etseydi...
Murat Belge gibi yapıp, Kordon’a inip Pasaport’ta bir kahve içse...
Dün, Adnan Menderes’i, Turgut Özal’ı çıkaran, o şehri biraz yakından tanısa...
“Bunlar” dediği insanların hiç de öyle “öteki” olmadığını ta şurasında hissedebilseydi...
Kendisi de kazanırdı, Türkiye de kazanırdı, Müslüman âlemi de kazanırdı.
Murat Belge’nin dediği gibi, İzmir’in hayat tarzı, korunmaya değer bir hayat tarzıdır.
Orada muhafazakâr insanların da kendini çok iyi hissedeceği bir özgürlük imbatı eser...
Kaynar suya dönmüş Türkiye’yi serinletecek bir imbattır bu...
Paylaş