Paylaş
TRT ekranlarından oradaymış gibi izliyorum. Sevgili Fikret, o kara Audi'nin içinden çıkıyor. Yüzü gözü kan içinde.
Burkuluyorum. Acı çekiyorum. Hem onun için, hem kendimiz için.
Çünkü herhangi birimiz onun yerinde olabilirdik. Ben, Yalçın Doğan, Güneri Cıvaoğlu, Tufan Türenç, Sedat Ergin, Derya Sazak, Fatih Çekirge, Yavuz Donat, Muharrem Sarıkaya...
Ne bileyim, herhangi birimiz işte.
Sayısız gezilerde, bitmez tükenmez yollarda, bir cumhurbaşkanının, bir başbakanın peşinde.
Bazen Anadolu'da, bazen Cerbe Adası'ndan Trablus'a giden ıssız bir Kuzey Afrika yolunda.
***
Bir gece önce başbakandan birkaç kelime koparmışsınızdır.
Sabaha karşı kalkıp, yazınızı hazırlamışsınız, ya geçmiş ya da uygun bir zamanda geçmeyi planlamışsınızdır.
Yazınızı geçememişseniz, içinizde hep o hınzır huzursuzluk bir yerinize batmaktadır.
Konvoy son sürat ilerlerken, o melun kaza aklınızın ucundan bile geçmez.
Geçilmeyi bekleyen yazı, ilginizin neredeyse tamamını alıp götürmüştür. Unutmak için birbirinize takılmaktan başka çareniz yoktur.
O konvoylar sizin mizah duygunuzu beslemiş, sizin gibi bir mendeburdan bile kendi çapında bir Aziz Nesin, bir Ferhan Şensoy çıkarmıştır.
Kazaları, hep başkalarının başına gelen bir şey zannedersiniz.
Oysa konvoy yolları aranızdan kaçını alıp götürmüştür. Kaçınız, mesleğe o yollarda nokta koymuş, bir yıldız gibi kayıp gitmişsinizdir.
Hiç fark etmez.
Bir Ege kıyısında daha tatilin serin sularına ayağınızı değdirmeden bir telefon alırsınız.
‘‘Başbakanımız Makedonya'ya gidiyor. Sizi de davet ediyor.’’
Yazın ilk denizine giremeyen ayaklarınız o anda espadrilleri terk eder.
***
Yine Ankara'ya dönersiniz. Yine uçaklar, yine konvoylar.
Ömrünüzden bir tatil daha kaymış, hayatınızın bir tatilinin daha içine edilmiş. Bir saniye bile düşünmezsiniz.
Konvoy bir kader gibi sizi çeker. Duramaz, yine gidersiniz.
Tıpkı Fikret Bila gibi. Hiç durmaz, hemen gidersiniz.
Gazeteciliğin raconu budur. Genlerimize, DNA'larımıza yazılan karakter budur.
Fikret'i son defa ne zaman gördüm? Galiba Hürriyet'in 50'nci Yıl gecesindeydi.
Her zamanki efendi, her zamanki sakin ve güven veren haliyle.
Geceden sonra stresimi atıp, uzun uzun sohbet etmiştik.
Tatile çıkıyordu.
Bense daha yazın geldiğinin bile farkında değildim. Tuhafıma gitmişti.
‘‘Fikret, nereden çıktı bu tatil’’ diye sormuştum.
Oysa haziran bitiyordu. Tatil mevsimi gelmişti.
Sedat Ergin'den öğrendim ki, Başbakan Ankara temsilcilerini Makedonya gezisine davet etmiş. Tatil yarıda kesilmiş.
Dün bu yazıyı yazarken, Fikret hâlâ ameliyattaydı.
Kırmızı renkli kader, adres sormayan bir mermi gibi Fikret'in bulunduğu arabaya çarptı. Konvoyun içinde onu buldu. En sessizini, en sakinini.
***
Konvoy, her gazetecinin zorunlu güzergâhıdır. Mesleğin ilk adımlarında o konvoya katılır gidersiniz.
Önce Anadolu'nun en tenha mıntıkalarında başlayan bu mesleki odesa, tanıdık şehirlerden geçer ve sonra yurtdışına çıkar.
Seçimden seçime, göçmen kuşlar gibi insiyaki bir güzergâhta volta atar durursunuz.
Gazetecilik işte böyledir. Hayatın geçip gittiğini yaş günlerinizden çok, seçimden seçime, konvoydan konvoya hatırlarsınız.
Bir önceki konvoydaki o saçları henüz tam beyazlaşmamış adam sizsinizdir. Bir önceki konvoyda çekilen o fotoğraf, size yılların ve konvoyların neler alıp götürdüğünü zalim bir ayna gibi anlatır.
Ama hiçbirisinin acısı, o konvoylarda hayatını kaybeden, yaralanan arkadaşlarınız kadar sahici değildir.
Kader, o dördüncü kuvveti tarumar eder, geriye çaresiz bir enkaz bırakır.
Elinizde, o sessiz, efendi arkadaşınıza, kardeşinize şifa dilemekten, sağlığı için dua etmekten başka yapacak bir şey kalmaz.
Paylaş