Paylaş
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na girmemiş olsa da muhtemel bir hava saldırısına karşı geceleri şehirleri karartılmıştı.
Sonra bizim nesil de tanıdı karartma gecelerini...
Yunanistan’la ne zaman savaş ihtimali çıksa, okul kitaplarını kaplamak için kullandığımız mavi kaplama kâğıtları, bu defa Yunan uçakları görmesin diye pencerelerimize yapıştırılırdı.
Sonra 60’lar, 70’ler, 80’ler geldi... Ülkenin karanlık dönemlerini yaşadık.
Bu defa “karartma günleri” lafını öğrendik...
Hani Funda Arar’ın şarkısında söylediği gibi...
“Bir zindanda koy ver beni
Karartma günleri geçer gider...”
*
Doktoramı yapmak için Paris’e gittim, ışıkları 24 saat yanan aydınlık bir şehirde yaşadım.
Dönünce Ankara çok karanlık geldi bana...
O zaman, sonradan bir kitabıma girecek şu cümle yapıştı dimağıma:
“Ankara NATO’nun tek demirperde başkentidir...”
*
Sonra 1979 yılı geldi... Yağın, benzinin bulunmadığı yıllar...
Rahmetli Bülent Ecevit bir akşam uçakla gelirken Ankara’ya baktı ve “Çok ışık var” deyip sokakların ışıklarını söndürttü.
İşte o zaman öğrendim ki devletimizin genlerine işlemiş ilk tasarruf tedbiri, şehirleri karartmaktır...
Zaten karanlık olan Ankara, kapkaranlık oldu...
*
Sonra bir başka aydınlatma kavgası başladı.
Anıtkabir’in ışıkları yanıyordu... Muhafazakâr hükümet Kocatepe Camisi’ni de ışıklandırdı...
Bence çok güzel oldu ama bazı Cumhuriyetçi arkadaşlarım pirelendi caminin aydınlatılmasından.
*
Sonra 90’lı yıllar geldi...
Bu defa her akşam belli saatlerde yanıp sönen ışıklar, muhalefetin sembolü haline dönüştü.
Işık bir defa daha siyasetin mezesi oldu.
*
Hayatım boyunca bu ülkenin ışıkla meselesini hiç anlamadım.
O yüzden bugün bu tartışmayı da hiç anlamıyorum...
Benim gözümde parlamentonun ışıklarının 24 saat yanması güven verici bir şeydir.
Seçimle işbaşına gelmiş Cumhurbaşkanı’nın oturduğu külliyenin 24 saat ışıl ışıl olması da öyle...
Güvenlik kuvvetlerimizin binalarının ışıkları 24 saat açıksa, bilirim ki askerimiz full time vatan savunmasındadır...
Polisimiz, jandarmamız oradadır...
Güvendeyizdir...
Adaletin ışıklarının yanmasından değil, sönmesinden korkarım.
*
Bir de dünyanın uzaydan çekilmiş gece fotoğraflarına bakarım...
Hep şu dikkatimi çeker...
Nedense şehirleri ışıl ışıl parlayan ülkelerin hepsi gelişmiş, demokratik ülkelerdir...
*
Işık benim için hayattır... Şehrin ruhunu aydınlatan bir kaynaktır...
O nedenle kurulduğu sırada AKP, amblem olarak ampulü seçtiğinde, onun ufkunda hep aydınlık şehirler, aydınlık binalar hayal etmiştim.
O nedenle Fikret Kızılok’un “Her gecenin bir sabahı” nakaratını çok sevmiştim...
O nedenle “tünelin ucundaki ışık” cümlesi bana hep umut vermişti...
O nedenle ölenin ardından söylenen “Nur içinde yatsın” cümlesini hâlâ en güzel temenni sayarım...
*
Diyorum ya... Ben ışığa hep farklı bakarım...
YENİ EKONOMİ
NOBEL ÖDÜLÜ, ADİDAS VE IKEA’DAN İKİ FARKLI ADIM
Bu yıl Nobel Ekonomi Ödülü, Paul R. Milgrom ve Robert B. Wilson adlı iki ekonomiste verildi.
Çalışma konuları, “müzayede teorisindeki katkıları ve yeni müzayede formatları...”
Öyle görünüyor ki önümüzdeki dönemde ekonomide bildiğimiz klasik fiyat oluşum biçimlerinin yerini, yeni bir müzayede sistemi alacak.
*
Ikea, 27 Ekim’den itibaren ilginç bir uygulamaya başlıyor.
Evlerde kullanılmayan Ikea ürünlerini geri satın alacak.
Böylece iklim değişmelerine yol açan tüketim anlayışını değiştirmek istiyor.
*
Adidas 4 yıldan beri okyanuslara atılan plastik şişelerle geri dönüşümlü çok estetik spor ayakkabılar yapıyor.
Öyle görünüyor ki önümüzdeki dönemde şirketlerin bize üniversitelerde öğretilen üretim, maliyet ve fiyatlandırma sistemleri köklü biçimde değişecek.
BİR ROCK ŞARKIDA ‘DATLIM GIYMATLIM’
BUGÜNLERDE Ceylan Ertem’in yeni şarkısı ‘Datlım Gıymatlım’ı dinliyorum.
Bu iki kelime hiç bana göre değil...
Hele hele bir rock ritminde dinlemek tuhaf geliyor insana...
Ama şahane bir şarkı...
Tam şehirli...
Ritim harika... Gitar partisyonları çok iyi yazılmış...
Ve Ceylan Ertem fena halde iyi söylüyor...
Epey dinlerim bu şarkıyı...
BENİM İÇİN BU AYIN KLASİK PARÇASI BU
GEÇEN hafta çıkan klasik müzik parçaları arasında en çok sevdiğim, Pyotr İlyich Çaykovski’nin ‘Uyuyan Güzel’inden, ‘Act II Pas d’Action: Desiree seed Aurora’ adlı parçası oldu.
Kristijan Jarvi ve Baltic Sea Philharmonic çalıyor...
Mükemmel bir yorum...
Nedense dinlerken aklıma Mahler’in 5’inci senfonisinin adagio bölümü de geldi...
Ama sırf his...
SAF HUBİE’NİN ANNESİNİN CADILAR BAYRAMI DERSİ
31 Ekim ‘Halloween’, yani ‘Cadılar Bayramı’...
Geçen gün Adam Sandler’in saf bir çocuğu oynadığı ‘Hubie Halloween’ filmini seyrettim.
Film, Amerikan tarihinde cadı diye yakılan kadınlarla tanınan Salem kasabasında geçiyor.
Kasabada Hubie adlı saf bir adam vardır.
Biraz kasabanın delisi muamelesi görür.
Bisikletiyle dolaşırken herkes ona taş, çöp, sopa fırlatır.
Annesi ise evinden çıkmayan yaşlı bir kadındır...
Filmde bir sürü komik şeyler olur, anlatmayacağım.
Ama annesinin kasabanın bu kötü insanlarına söylediği şu sözü bir kenara kaydettim:
“Gerçek nezaket nazik olmaktır...”
BİR SÖZ DE COLDPLAY’İN SOLİSTİ CHRİS MARTİN’DEN
GEÇEN gün Instagram’a koyduğu bir şarkısında şöyle diyor:
“Bugün kaybediyorsak, bu kaybettiğimiz anlamına gelmez...”
HARİKA BİR OBUA VE BİR SONBAHAR HÜZNÜ ŞARKISI
GEÇEN cuma, streaming platformlarına Ennio Morricone’nin bir parçasının yeni yorumunu koydular.
‘Romanza Quartiere’...
Next Horizon çalıyor.
Yakınlarda kaybettiğimiz Ennio Morricone, obua denilen enstrümanı hayatıma sokan insandı diyebilirim. Onun ‘Mission’ filmi için yazdığı ‘Gabriel’s Oboe’ parçası artık bir klasik.
Parçayı ‘Nella Fantasia’ adı altında Summer ve Katrine Jenkins’den de dinliyorum sık sık.
Bana göre harika bir sonbahar şarkısıdır. Akdeniz’in sonbahar hüznünün şarkısı...
KATKIDA BULUNANLAR
Sayfa Editörü: Firuzan Demir
Foto Editörü: Umut Veis
Düzeltmen: Metin Usta
Tasarım ve Uygulama: Selma Songül Zengin
Paylaş