Fasa fiso bombaları

AYLARDIR anlatmaya çalıştığımız şey işte buydu.Her şeyi aynı torbanın içine atmak.

Çeteciyle, teröristle, sadece konuşanı, itiraz edeni, muhalifi aynı çantanın içine koymak.

Dün Türk haber televizyonlarının yayınlarını izleyen insanlar ne düşünmüştür?

Bir yerler kazılıyor, bombalar çıkarılıyor.

Vay vanına...

Evet vay canına.

Demek ki birtakım insanlar, belli bir gün için bazı silahları toprağa gömmüşler.

Günü gelince kullanılsın diye.

Ve adamdaki şu cürete bakın ki, bunca olaya, yediği cezalara rağmen o krokileri hálá evinde tutuyor.

Asıl şunu sormak lazım.

Kardeşim sen kafayı mı kırdın, yoksa sana bu deli cesaretini veren birileri mi var?

* * *

Susurluk günlerinden beri aynı şeyi söylüyoruz.

"Devletin içinde bir çete varsa mutlaka bulunup çıkarılmalı."

Ama şu manzaraya bakın.

Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu ile Susurlukçu İbrahim Şahin’in evi aynı gün aranıyor.

Peki ikisinin arasında ne alaka var?

Var, hem de çok büyük bir alaka var.

İbrahim Şahin
Susurluk’un en önde gelen simalarından biri.

Daha önce zaten yakalanmış, yargılanmış ve mahkûm olmuş.

Karar Yargıtay Sekizinci Dairesi’ne gelmiş.

O daire davayı bozmuş, yani İbrahim Şahin’in lehine karar vermiş.

Peki 8’inci Daire’nin bu kararına itiraz edip, Şahin’e ceza yolunu açan insan kim?

Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu.

Ee şimdi ne oluyor?

İkisinin de evini aynı gün arayıp öyle bir manzara yaratmışsınız ki, sanki aynı olayın, aynı çetenin üyeleri.

Sabih Kanadoğlu’nun, Kemal Gürüz’ün, Yalçın Küçük’ün, Bedrettin Dalan’ın bunlarla ilgisi ne?

Soran yok, ama psikolojik harekát başarıyla tamamlanmış.

Bu insanların hepsi "Ergenekoncu".

* * *

Tabii dün o arazi kazılırken şunları da düşünüyordum.

Biz bir zamanlar İbrahim Şahin ve yanındakilere "Susurlukçular" derken, bazıları, bunlara "fasa fiso" diyordu.

Bunları söyleyenleri, "gulu gulu dansı" yapmakla suçluyordu.

Gazetelerinde, televizyonlarında bu şahısları çıkartıp konuşturuyorlar, savunuyorlardı.

Ergenekon’un en büyük zaafı işte budur.

Tüyler ürpertecek gerçekler ile siyasi ihtirasların, intikam duygularının, rövanş tutkularının birbirine karıştığı bir dava.

Dünkü gazetelerde iki AKP milletvekilinin o kibirli, intikamcı sözlerine bakın.

Biri Grup Başkanvekili.

Parmağını sallayıp, Anamuhalefet Partisi Başkanı’nı, neredeyse "Dur bekle, seni de içeri alacağımız gün gelecek" dercesine tehdit ediyor.

Öteki İzmir milletvekili, "Durun bekleyin, daha başkaları var. Sıra onlara da gelecek" diyebiliyor.

Havalarına, edalarına baksanız, bu soruşturmayı Savcı Öz değil onlar yürütüyor.

Kim içeri alınacak, kime vurulacak, sanki onlar tayin ediyor.

* * *

İşte o nedenle durmadan aynı şeyi söylüyorum.

Bu davayı, embedded gazetecilerin ve savcıdan daha afralı tafralı siyasilerin inhisarından kurtarmazsak, Türkiye’ye kötülük yapmış oluruz.

Çünkü siz bugün elmalarla armutları aynı torbaya koyup, işlerini bitirelim diye bakarsanız, yarın adalet masum ve mağdurları kurtarırken, bir bakarsınız, o aynı torba katilleri, çetecileri de kurtarmış.

Diyeceğim, Goebbels’vari propaganda ile gerçek adalet arasına yüksek ama çok yüksek duvarı çekme zamanı geldi.
Yazarın Tüm Yazıları