Paylaş
Ben kendiminkini saydım.
Yılda en az 7-8 hazan mevsimim oluyor.
Bazen depreşiyor, ayda bir iki.
Nedeni şu veya bu.
Bir insan veya bir konu; canınıza okumuş, sonra da çekip gitmiş bir şey.
Veya öylesine, sebepsiz, nedensiz, eften, hatta püften.
Hani öyle günler vardır, sabah bir uyanırsınız, sisteminiz çökmüş.
Gövde geceden de kalmış, gündüzden de; ruh desen, lime lime dökülüyor.
Takat diye bir şeyin zerresi kalmamış; içinizden bir ses, ha babam bağırıp duruyor:
“Allah kahretsin...”
Allah neyi kahretsin; sizi mi, bir başkasını mı, başkalarını mı, neyi...
Onu bile bilmezsiniz.
* * *
Geçen cumartesi işte böyle yerlerde sürünen bir haldeydim.
Bedenim yerçekiminin fizik kanunlarına teslim olmuş, ruhum ise kimsenin keşfetmediği bir kanunun etkisiyle un ufak olmuş gitmiş.
Böyle hazan günlerinde, yapacak tek şey vardır.
“Let it go...” demek.
Yani “Koyuver gitsin...”
Yüreğini bırak, ayaklarını daha da bırak, nereye gidiyorsa oraya gitsin.
Benimkiler, sinemaya gitti.
Vallahi benim hiçbir duhulüm yok, kendi kendine gitti.
O hazan dalgınlığı ile kendimi bir anda, “Eyvah Eyvah”ı seyrederken buldum.
Yahu bu nasıl bir film, bu nasıl oyuncular.
Daha başlarken o karakol sahnesinde insanı sarıp, İstanbul Çanakkale yolunda, ördek yolcu gibi yanına alıp götüren bir film.
O ne renkli insanlar, o Geyikli, o mahalleler.
Hep kötüleri, üçkâğıtçıları beklerken, karşına çıkan iyi insanlar.
Ey Yeşilçam, seni saygıyla anıyorum, şapkamı çıkarıyorum, önünde eğiliyorum.
Meğer sen ne evlatlar yetiştirmişsin.
* * *
Koyuver gitsin demek...
Eğer sen de, o iyi insan, o güzel klarnetçi gibi naifsen, bil ki Allah sana yardım eder.
Merak etme, o kendi haline bıraktığın ayaklar, o azat ettiğin yürek var ya, alır seni götürür.
Öyle bir yere götürür ki, ülkenden, kendinden umudunu en kestiğin noktada sana, “Kesme kardeşim. Bak senin ülkende bu da var” dedirtir.
Merak etme, hep kötüler kazanmaz, naifler de kazanır, der.
Haşat olmuş bir ruha nasıl iyi gelir bu sözler bilir misin.
İşte öyle anlarda, yaşınız kaç olursa olsun, bir hayat bilgisi dersi daha alırsınız.
Bazen en şanlı direniş, naif olmaktır, naif kalabilmektir.
Bazen, naif duygularla üflenen bir klarnet, bir dönemin, “Bandiera rossa”sı, kızıl bayrağı olur.
Moraliniz düzelir, hazan mevsimi ricata başlar.
Bir bakarsınız ki, siz kasabanın en yakışıklı erkeği değilseniz bile, en güzel kızı size hafiften baygın.
Bayağı umut var yani.
Güzel üfleyen; öyle saf, naif ama aynı zamanda hazırcevap bir klarnetçi...
Hani, “Kızını bıraksan, ya davulcuya gider ya zurnacıya” atasözü var ya, onu alıp, diyenin.... adam.
Kardeşim böyle zurnacıya varılır dedirten bir kişilik.
O adam Ata Demirer...
Bir Kuzey Egeli, bir Trakyalı işte böyle olur, böyle oynanır diyen bir Ata Demirer.
Ya o Demet Akbağ...
Yıllardır, muhteşem oyunuyla beni hiç şaşırtmayan kadın.
Harbi kadın da böyle olur işte.
Sinema dediğin ise tam böyle olur.
Yerlerde süründüğün bir gün, elini uzatır, seni filikasına alır ve o kahrolası hazan mevsiminin perdesini kapatır.
Tabii sinemadan çıkarken de kafana; bugüne en uygun o iki çift kelamı çakar:
“Eyvah eyvah...”
Paylaş