Paylaş
Geçenlerde ‘Conversation With The Other Woman’ adlı bir film seyrettim.
Helena Bonham Carter’ı çok severim.
Ama onu çoğunlukla eşi Tim Burton’un filmlerinde, Johnny Depp’in yanındaki tuhaf kadın olarak seyretmeye alıştım.
Sweeney Todd’da, gırtlak kesen berberin yanında, insan etinden turta yapan bir kadın olarak gözümün önünde.
Veya Alis Harikalar Diyarı’nda, kızdığı herkesin anında kafasının kesilmesini isteyen çılgın kraliçe…
MEĞER HELENA BONHAM CARTER ÇOK GÜZEL BİR KADINMIŞ
Meğer çok güzel bir kadınmış.
Helena Bonham Carter’ı hiç bu kadar güzel görmemiştim.
Filmin son sahnesine takıldım.
Gençlik yıllarındaki sevgilisiyle tesadüfen bir araya geliyor.
Yeni bir şey denemeye kalkıyorlar.
Birlikte bir otele gidiyorlar.
Filmin son sahnesinde, uzun bir süre beyaz bir bornozun içinde görünüyordu.
O beyaz bornoz, bir deklanşöre dönüştü ve hayatımın enstantanelerini tek tek çekti.
Her insanın hayatında mutlaka beyaz bornozlu kareler vardır.
Bazen kendi hayatınızdan, bazen başkalarının, film kahramanlarının hayatından.
Bazen kendi üzerinizde, bazen bir başkasının…
Bir kadının…
Ama mutlaka görsel bir hatıranın olağanüstü baş eseri olarak.
BEYAZ BORNOZ HER ERKEK VE KADINA BİR ŞEYLER ANLATIR
Ben kadını en çok beyaz bornoz içinde severim.
Dağınık bir yatağın önünde,
mutlu bir sabah kahvesine en yakışan kostümdür beyaz bornoz.
Kadının ıslak saçlarının en olağanüstü permasıdır.
Saç kadına, en çok banyodan hemen sonra yakışır.
Çünkü, mahmurluğa bile zaman bırakmayan bir gecenin sabahında, suyla değil, bedenin ıslaklığıyla yıkanmıştır.
İncisiz bir gerdanı bile mahsun bırakmayan tek aksesuardır beyaz bornoz.
İhmalkâr bir elin açıp cömertçe teşhir ettiği gerdanın ışığını ancak Rembrandt’ın bir tablosunda bulabilirsiniz.
Zaten her sabah muazzam bir hazla seyrettiğiniz o ışığı da ancak Rembrandt’ın şehrinde bir sabah kar yağarken görmüşsünüzdür.
Diyorum ya filmlerde, romanlarda rastlamışsınızdır.
ÇOK UZAKTAKİ BİR OTELDE BEYAZ BORNOZLU BİR SABAH
Ya erkek ya kadın sabah uyanmıştır.
Kar yağıyordur.
Beyaz kuğular, randevusuna tam saatinde gelmiştir.
Beyaz bornozlu bir kadın davet etmiştir onları pencerelerin önüne.
Eğer o, sizin kuşağınızdan biriyse mutlaka o saat oturmuş, Cemal Süreya’nın kitabını açmış, çok uzaklardaki bir sabah ezanının huzurunda Kur’an gibi hatim indirmeye başlamıştır:
“Sen çırılçıplak elma yiyorsun
Denizin ortasına kadar elma yiyorsun
Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun
Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz
Bir yanda Sirkeci’nin tiren dolu kadınları
Âdettir sadece ağızlarını öptürürler
Ayaküstü işlerini görmek yerine..”
Beyaz bornoz, en çok kahvaltı masasına yakışır.
Otel odalarının alelade divanlarının üzerine sere serpe oturmaya da en çok o yakışır.
Bir de yan yana oturulmuş yataklarda dizlerin üzerine konan tepsilerin altına…
O beyazlığın üzerine düşen bir damla kahvenin arabikası, kim bilir kaçlarca kere koynunuza girmiş o harikulade bedenin genzinize yapışan kokusudur.
Dağınık bir yatağın şehvet hatırasıdır.
OTEL ODASINDA BİR BORNOZLA HATIRA SAKLAMBACI OYNANIR
Beyaz bornoz temizdir…
Hafifmeşreptir…
Ruhu vardır, özgürdür; İtinalı bir vurdumduymazlıkla kendi kendini dizlerin üzerine çeker.
Omuzlara doğru açılan, dizlerin üzerine çekilen o küçücük hareket, sabah balesinin en ateşli, en şehvetli, en edepli, en cüretkâr, en güzel koreografisidir.
Beyaz bornoz, bitmiş bir aşktan geriye kalan ebedi fotoğraftır.
Her otel gardırobunda sizi bekleyen bir çift beyaz bornoz vardır.
Onlar, unutulmayan bir aşkın hep aynı hikâyesini anlatır size.
Gizli bir el, sırf sizi acıtsın ve unutturmasın diye koymuştur onları oraya.
O gizli el, bedeninize deri gibi giydirir o hatırayı.
Otel yalnızlıkları işte bu yüzden hüzünlüdür.
Çünkü her otel gardırobunda bir çift beyaz bornoz sessizce sizi bekler.
Çoğu kez bir dolabın zor bulunan köşesine asılmışlardır. Hüzünlü bir hatıra saklambacı oynarsınız.
Bir çift beyaz bornoz…
Biri hep sizi bekler.
Birini de siz sonsuza kadar beklersiniz…
Her beyaz bornozun bir hikâyesi vardır.
Her biri, bir kuğu sabahında olağanüstü bir bedenin üzerinde, dünyanın en güzel valsiyle sizi koynuna almıştır.
İKİ ESKİ SEVGİLİ YILLAR SONRA BİR OTEL ODASINDA BULUŞURSA NASIL BİTER
Beyaz bornoz Helena Bonham Carter’a çok yakışmıştı.
On, on beş dakika süren bir sahnede, onu hep beyaz bornozun içinde seyrettim.
Peki o iki eski âşığın yıllar sonraki otel heyecanı nasıl bitiyor?
Sadece konuşuyorlar.
Ve anlıyorlar ki;
Hiçbir şey ölmüş bir aşk kadar ölü değildir…
Paylaş