Paylaş
ÇOK sevdiğim bir Musevi dostum anlattı. İsrail Devleti kurulduğunda oraya ilk gidenler arasındaymış.
Ürdün sınırında bir yere yerleştirilmişler.
İki yıl orada yaşamış.
‘‘Sınırın öteki tarafına bir köy vardı. İki yıl boyunca her sabah köyün camiinden okunan sabah ezanını dinledim. Çünkü aklım Türkiye'de kalmıştı. O ezan bana hep Türkiye'yi hatırlatıyordu’’ demişti.
Daha sonra Türkiye hasretine dayanamayıp dönmüşler.
‘‘Ama aradan yıllar geçti ve barıştan sonra o köye gidip o camiyi ziyaret ettim’’ diyor.
* * *
Ben de Gümüldür'ün hemen karşısındaki Sisam Adası için benzer duyguları yaşadım.
Annemle babamın Gümüldür'deki evinden yıllarca o adaya baktım.
Kim bilir neler düşündüm.
İki adım ötemdeki bu ada, Yannis Ritsos'un memleketiydi.
Ama orasını hiçbir zaman göremedim.
Bodrum'a her gidişimde de İstanköy için aynı hislere kapıldım.
Üç hafta önce ilk defa İstanköy'e gittim.
Teknemiz küçük limana girerken çok tuhaf oldum.
Daha karşıdan gördüğüm bu liman bana çok akrabaydı. Aynı Ege taşralılığı, aynı tipler, aynı aylak ifadeler.
Akşam dar sokaklardan birindeki Yorgo'nun restoranına gittik.
Cihangirli bir aile.
Hem karısı, hem kendi çok iyi Türkçe konuşuyorlar.
Çok da cana yakınlar.
Aramızdan rakı isteyenlere hemen Yeni Rakı getirdi.
Bana ise çok özel füme bir kırmızı şarap açtı.
Restoranın müşterilerinin neredeyse tamamı Türkiye'den gelenlerdi.
Yediğimiz lakerda beni, rahmetli babamla akşamları matbaadan çıktıktan sonra uğradığımız küçük ayakçı meyhanelerine götürdü.
* * *
Yorgo'ya İstanköy'ün en hareketli yeri olan ‘‘Barlar Sokağı’’nı sorduk.
‘‘Size göre bir yer değil’’ dedi.
Ama biz yine de gittik.
Bodrum'un barlar sokağına çok benziyor.
Yaş ortalaması 16 ile 20 arasında binlerce genç sırt sırta oturuyor veya ayakta duruyor.
Her taraftan gençliğin güzelliği, tazeliği ve hayatı fışkırıyor.
Bütün barlardan birbirine benzer bir müzik geliyor.
Hareketli, yeknesak, zaman zaman tekno, rock veya fusion.
Ben sokaklara açılan evlerde büyüdüm.
O yüzden sokağın gürültüsünü çok severim.
Sokağın sesi benim için hayatın sesidir, ebedi bir ninnidir.
Derin sessizlikte uyuyamam.
Ama yıllarca yanı başında yaşadığım bu yabancı adada canım güzel bir buzuki, ne bileyim biraz Girit, biraz Rodos havası dinlemek istedi.
Gece yarısından sonra yalnız başıma sokağa çıkıp kasabanın arka sokaklarına daldım.
* * *
Bu sokaklar sanki barlar sokağının arabı gibiydi.
Üç beş adım ötede inanılmaz bir tezat dünyası başlıyordu.
Sakin bir karanlık, üç adım sonra bu İtalyan-Türk alaşımı kasabaya bambaşka bir elbise giydiriyordu.
O karanlık sokakların birleştiği küçük bir meydandan utangaç bir buzuki sesinin geldiğini işittim.
Meydanda bir restoran vardı. İçinde beş, bilemediniz sekiz müşteri.
Avlunun ucunda üç kişilik bir orkestra.
Bir buzuki, bir gitar ve bir elektro org.
Önlerinde de sirtaki yapmaya çalışan, beli oradan buradan fırlamış bir kadın ile göbekli bir adam.
Anlayacağınız mendil içi kadar bile Yunanistan olmayan bir fotoğraf.
O meydan bana çok hüzün verici geldi.
* * *
Aşağıya, yeniden hayatın yaşandığı sokaklara doğru giderken çok güzel bir camiye rastladım.
Altında küçük bir kafe vardı.
Önüne masalar ve sandalyeler atılmıştı. Bazı masalarında genç erkekler ve kızlar sohbete dalmışlardı.
Bu tablo o caminin güzelliğini daha da artırıyordu.
Merak ettim. Acaba caminin altındaki bu kafede içki servisi var mıydı?
İçeri girip sordum.
Sahibi bir Rum'du ama içki servisi yapılmıyordu.
O zaman anladım ki, yıllarca karşıdan baktığım bu uzak adalarda, bazı akraba saygılar, sevgiler ya hiç ölmemişti, ya da yeniden doğuyordu.
Paylaş