BAYRAM özel programında kendimle sohbet devam ediyor.
“Basında ‘Yeni Çölaşanlaşma’ eğiliminden söz ettiniz. Milliyet yazarı Mehveş Evin, Çölaşan tarzını benimsemiş yeni kadın yazarlardan söz etti. Bu eğilim kadın yazarlarda daha mı belirgin?” - Öyle görünüyor ama bu şaşırtıcı bir şey değil. Çünkü medyada kadınların yükseliş dönemini yaşıyoruz. Dergilerde başlayan bu eğilim kaçınılmaz şekilde gazetelere de geçecek. “Kadın köşe yazarları daha mı hırçın?” - Bu da normal. 20’nci yüzyılda çok yıllar kaybettiler. Aceleleri var. Hırslılar. Bir bölümü harika işler yapıyorlar. Bir kısmı da kolay yoldan gitmek istiyor. “Çölaşanlaşma” eğilimindeki kadınlara gelince; bunların çoğu, “iktidara yakın” yazarlar. Dolayısıyla medyanın bugünkü özel koşulları içinde, sırtlarını dayadıkları sağlam bir yer var.
İKİNCİ ÇÖLAŞANLIK KADINLARDA DAHA YAYGIN, ÇÜNKÜ DAHA CESURLAR
“Ama iktidar yanlısı çok sayıda makul yazar da var.” - Var elbet. Aynı şey iktidara mesafeli insanlar için de geçerli. Ama bazı kadın yazarlar için, çok kısa yoldan şöhret olmanın en denenmiş yolu bu. Yani “Çölaşan” yöntemleri. “Sadece iktidara sırtını dayamak şöhret olmak için yeterli mi? - Tabii ki değil. Ama köşe yazısı yazan insanların çoğu iyi bilir. Yazıyı okutmanın, zekâ dışında da etkili yöntemleri vardır. Mesela, okurun kızdığı insanların tepesine çullanmak, hakaret etmek, hatta ihbar etmek. Bu tür yazılar sosyal paylaşım sitelerinde dolaşıma daha kolay sokuluyor, bu tür alt ürünlerden geçinen internet siteleri var. Yine de şu soruyu sorayım. “İkinci Çölaşan” dönemi neden kadın yazarlar arasında daha yaygın? - Çok basit. Çölaşanlık cesaret ister. O da kadınlarda daha fazla var.
TANRI YAZARLAR HORTLAYAMAZ AMA ZOMBİLEŞME İHTİMALİ VAR
“Siz ‘Tanrı yazar dönemi kapandı’ demiştiniz. Yeniden hortlama imkânı var mı?” - Hortlama değil de, zombileşme imkânı var. Bir de şu farkı unutmamak gerekir. Bugüne kadar “Tanrı yazarlar” dediğimiz sınıf daha çok muhalif kalemlerden çıkıyordu. Şimdi iktidar yanlısı kalemlerin “tanrısal güçler” kazanma imkânı var. “Ne gibi?” - Diyorum ya, ihbar ediyor. Ve ihbar etkili oluyor. Ama size şunu söyleyeyim. Zamanın ruhu çok çabuk değişiyor. Bu çağ “putları” sevmiyor. “Tek tanrılaşmış putları” ise hiç sevmiyor. O nedenle “ikinci Çölaşanlaşma” döneminin birincisinden kısa olacağını tahmin ediyorum. “Yani ufukta bir kadın yazar tehlikesi mi var?” - Asla öyle bir şey demiyorum. Tam aksine kadın yazarların sayısının çok çok daha artması gerektiğine inanıyorum. Sözünü ettiğim bu ikinci Çölaşan dönemini de yine kadın yazarlar kapatacak. Zaten bunun ilk belirtileri de gelmeye başladı. Bana gelince, ben kadınlardan korkarım. Onlarla asla kavgaya girmem.
SİZ ‘BONOBO’ KELİMESİNİN MANASINI BİLİYOR MUSUNUZ
“Siz yazılarınızda hiç hakaret etmediniz mi?” - Geçmişte birkaç kere ben de yapmışım. Mazimin o kısmı ile övünmüyorum. Ama size çok önemli bir sırrımı vereceğim. Hayatta en büyük hakaretleri kime yaptım biliyor musunuz? “Kime?” - Kendime... “Nasıl yani?” - Geçmiş yazılarımda, şimdikilerde kendim için kullandığım sıfatlara dikkat ettiniz mi hiç? “Mesela?” - Mesela daha dün kendime “bonobo” dedim. Biliyorsun “bonobo”, şempanzenin bir türü. Ama daha zekisi. Kendim için kullandığım öteki bazı sıfatları da söyleyeyim: “Sahtekâr”, “Dönek”, “Liboş”, “Sonradan görme”, “Patavatsız”, “Maymun iştahlı”, “Fırıldak ruhlu”, “maymun”. Daha onlarcasını sayabilirim. Kendi kendime hakaret ettiğim için, başkalarının hakaretlerine de hiç ses çıkarmıyorum.
BENİ EN BÜYÜK DÜŞ KIRIKLIĞINA UĞRATAN YAZAR MURAT BELGE OLDU
“Yazarlardan açılmışken, sizi en büyük düş kırıklığına uğratan yazar kimdir?” - Banko Murat Belge. Başkaları da var ama o sadece bende değil, başka birçok aydında da düş kırıklığı yarattı. “Ergenekon davasına verdiği destekten dolayı mı?” - Katiyen... Tam aksine o davanın adaletin işleyişine uygun götürülen yanları hakkında destek vermesi, aydın niteliğini artırır. “Öyleyse bu davada yapılan yanlışları görmezlikten geldiği için mi düş kırıklığına uğradınız?” - Bir ölçüde o ama asıl düş kırıklığımın nedeni, bu yanlışlıklar karşısında sessiz kalmasından çok, o yanlışlıkları meşrulaştırma çabalarından kaynaklanıyor. “Neler mesela?” - Mesela, “Geçmişte bunlar bize de yapılmıştı” sözü. Pes yani. Murat Belge 12 Mart’ta kendisi de 2 yıl cezaevinde yattı. İşkence de gördü. O bir askeri darbe dönemiydi. Şimdi “ileri demokrasi” dönemi diyoruz. Suçsuz yere hapis yatmanın ne olduğunu bilen bir aydın bu dönemde böyle negatif empati ile meşruiyet fetvası verebilir mi? Akşam gazetesinde yayınlanan mülakatında, Silivri için adalet isteyen insanlar için, “Cuntayı hapisten çıkarmaya uğraşıyorlar” demesini hayretle karşıladım. Ama en acısı, seçim sırasında gösteri yapan bir genci “Ergenekonculuk”la suçlaması. “Bunları söyleyen bir çok yazar var. Niye Belge?” - Bunu sadece bana değil, 1970’li, 80’li yıllarda Birikim okuyan herkese sorun. Zaten cevabını sadece o kuşak değil, daha da zeki ve çarpıcı bir üslupla yeni kuşak sordu. Yani bütün o insanlar bütün o yazıları boşuna mı okudu?
BU ÜLKEDE ARYA SATMAZ DEDİLER SATAR DEDİM VE KAZANDIM
“Arta Kalan Zamanda CD’sinin ikincisini tamamladınız. Onda neler olacak?” - Birinci CD’yi yaparken bana, “Arya müziği satar mı” diyenler oldu. İkili CD yaptık. Birinde sadece müzik vardı, ikincisinde ise şarkıların arasına, Kenan Işık yazdığım metinleri okudu. Bunu gözleri görmeyen insanlar metinleri dinleyebilsin diye yapmıştık. Ama o bölüm çok tutuldu. Müziğin etkisini arttırdı. “CD sattı mı?” - Evet tahmin edemeyeceğiniz kadar çok sattı. Yabancı bir arkadaşıma söylediğim zaman, “Fransa’da biz bu kadar arya CD’si hiçbir zaman satamadık” dedi. “Şimdikinde ne var?”
BİRİNCİDE ÖLÜM ÜZERİNE YAZMIŞTIM ŞİMDİ İNANÇ VE AŞK OLACAK
- Birinci CD’de daha çok ölüm teması ağır basıyordu. Şimdi inanç ve aşk teması üzerine ağırlık verdim. Bol bol “hicret”, yolculuk, sabah kahvesi, dağınık yatak kelimesi okuyacak, dinleyeceksiniz. Ama söz veriyorum, oral seks ve sperm kelimesi olmayacak. Yani Mehmet Barlas bile rahatlıkla alıp dinleyebilir. Yazdığım metinler çok yoğun oldu. Bu defa araya arya dışında çok sevdiğim 4 parça daha koydum. Şunu söyleyebilirim, her birini kendi özel anlarımda çok dinledim. Gecelerde, sabah kahvelerimi içerken, dolunaylarda. Gerçekten çok etkili müzikler. “Gelirini bir körler derneğine vereceğinizi yazmıştınız?” - Evet şirket benim hakkım olan bütün geliri direkt olarak adını vereceğim derneğe iletecek. Bunu kontrata da yazacağız. “Niye bayramda böyle bir şey yaptınız?” - Sonbahar temizliği. Birikmiş epey mesele vardı. Bir de hep birlikte eğlenelim diye. Fena mı oldu yani? Tembel yazarlara da epey malzeme çıktı.
SON SÖZÜM: BÖYLE KÖŞE YAZISI MI OLUR DİYEN MAHALLE SAKİNLERİNE
“Bazı yazarlar ‘Böyle köşe yazısı mı olur’ diye soruyor?” - Dedim ya ben “shuffle döneminin” yazarıyım. “Köşe” dediğiniz şey benim için dört köşe atıl, iskâna hiç açılmamış, her tarafını yabani otlar bürümüş bir arsa değil. Bazen böyle “bonoboluk” yaparak ekmeğimi hak etmeye uğraşıyorum.
MURAT BARDAKÇI HAKLI AMA O CÜMLEYİ ASIL BAŞKA YERDEN ALDIM
“Murat Bardakçı, sizin ‘Beddiüzzaman’a mal ettiğiniz bir cümlenin Voltaire’a ait olduğunu yazdı. Yanlış mı yaptınız?” - Hayır yanlış yapmadım. “Suçsuzu mahkûm etmek, suçluyu affetmekten daha kötüdür” cümlesini, Amerikalı savcıların Dominique Strauss-Kahn hakkındaki davayı düşürmek için hazırladıkları belgede gördüm. Daha önce aynı cümleyi Bediüzzaman’ın “Divan-ı Harb-i Umumi” adlı kitabının 48’inci sayfasında görmüştüm. Onu hatırlattım. “Said-i Nursi bunu Voltaire’dan almış olabilir mi?” - Mümkündür. Ama bu öyle bir cümle ki, her insan onu görünmeyen, yazılmamış evrensel bir “Vicdan ve adalet ansiklopedisi”nden almış olabilir. “Ne maksatla almış olabilir?” - Said-i Nursi o 4 suali kime soruyor? Zulüm yapan paşalara, zabitlere. Peki şimdi aynı soru başkalarına yapılan zulüm ve adaletsizlik yüzünden kimlere soruluyor? “Kimlere?” - Diyorum ki, Bkz. “Vicdan ve adalet ansiklopedisi”, sayfa sıfır.