En büyük cinsel fantezim

ÇIRILÇIPLAK bir kadın, bacaklarının arasına bir çello oturtmuş, onu çalıyor. Nedense bu fotoğraf bir ikona gibi sık sık gözümün önüne gelir.

Üstelik ne hayal kurarım, ne gelmesini isterim.

Öyle kendi kendine gözümün içindeki o derin sanat galerisinin en görünen yerine asılır.

Çırılçıplak bir kadın ve bacaklarının arasında bir çello.

Kahverengi ile kırmızının maharetle birleştiği pırıl pırıl bir cila.

Evet işte bu sık sık gözümün önüne gelir.

* * *

Sıradan bir erkek fantezisi mi?

Yoksa estetiğin altın dengesi mi?

Bir erkek fantezisi desem, çok yaratıcı sayılmaz.

Çok daha caziplerini, çok daha şehvetlilerini hayal edebilirim.

Üstelik niye piyanonun, ne bileyim klavsenin veya harpın başında bir çıplak kadın değil de, ille de çello...

Sıradan ve basit bir şehvetse, niye saksofon veya bateri değil.

Bence bu cinsel ikonada başka bir şeyler var.

Bu fotoğrafın daha derinlerde, Freud’un dünyasına tecavüz eden bir tarafının olması gerekir.

Çıplak bir kadın gövdesiyle, bedeni 90-60-90 oranı üzerine inşa edilmiş bir çellonun başka bir akrabalığı olmalı.

Bunca muhayyileme, bunca hayal mazime rağmen bir türlü keşfedemediğim, izah edemediğim bir şeyler olmalı.

* * *

Önceki hafta San Francisco’da büyük bir müzik mağazasının klasik müzik bölümü reyonundayım.

Önümde en çok satan klasik müzik parçalarının bulunduğu liste duruyor.

Birinci sırada ‘Cello adagios’ isimli bir CD var.

Dünyanın en ünlü klasik müzik parçalarının çelloyla çalınmış örneklerinden oluşan bir CD.

Üçüncü sırada ise yine bir çello CD’si.

Yo Yo Ma, Vivaldi’nin parçalarını çalıyor.

İkisini de alıyorum.

* * *

Amerika’dan döndüğümden beri, iki kadehe indirdiğim şarabın fon müziği bunlar.

Klasik müzik çalan radyolara bakıyorum.

Oralarda da çellonun yükselen enstrüman olduğunu görüyorum.

Özellikle bir piyano ve bir çello...

Kontr tenorlara, Elisabeth Schwartzkof’lara, Dame Janet Baker’lara, Maria Callas’lara bir süre ara verdim.

2004 yazı benim için çello sezonu olacak.

Yani o meçhul ‘Nü’nün bacakları arasındaki ebedi saz.

42 beden bir enstrüman.

Müzik aletlerinin en sevicisi...

* * *

Her yaz başı kışlıkları kaldırırken, hayatımın seslerini sandıktan çıkarırım.

Her yıl elime ilk gelen ses, o olur.

1969 yılındaki o ses.

Eskişehir İnönü kampında planörle uçuyordum.

Hayatımın en derin sessizliğiydi.

Sadece planörün kanat seslerini işitiyordum.

Sanki durgun bir suya vuran tüy kadar hafif kanatların sesiydi.

Geniş kanatlı bir kuş, uçuk mavi bir boşlukta süzülüyordu.

Ve yerçekiminin bütün tesirlerinden azat olmuş genç ruhum durmadan hayal ediyordu.

Ruhun uçuşu herhalde böyle bir şeydir diye düşünüyordum.

O yıl aynı günlerde başka insanlar Ay’a doğru gidiyordu.

Ben aydınlıkta uçuyordum, onlarsa uzayın karanlıklarında.

* * *

Geçen gün evimdeydim.

Çok güzel bir akşamdı.

Evimin bahçeye açılan kapısı açıktı.

Bahçeye çıktım. Tıpkı bedenine bakan bir ruh gibi, dışardan evime baktım.

Tenha bir evin boş mekánlarından o ses geliyordu.

Bir çello ve onunla dans eden bir piyano.

Yine o çıplak kadını düşündüm.

Demek ki her çellonun kendini bacakları arasına bıraktığı bir çıplak kadını varmış.

* * *

Basit bir cinsel fantezi mi?

Sanmıyorum.

Çok daha şehvetli olanlarını düşünecek yaşı geçtim, çok daha sofistike olanlarını hayal edebilecek yaştayım.

O çellolu kadında başka bir şeyler olmalı.

Bulamadığım, keşfedemediğim, sadece hissedebildiğim bir şeyler...
Yazarın Tüm Yazıları