Paylaş
BAŞBAKAN Bülent Ecevit Fransa'nın Nice şehrinde bir Avrupa aile fotoğrafına ilk defa Türk bayraklı bir pano önünde poz verirken, aynı saatlerde Ankara'da sürpriz bir açıklama yapılıyordu.
Genelkurmay Başkanlığı'nca dün yapılan açıklamanın zamanlaması ister istemez şu soruyu akla getiriyor.
Bu açıklamanın, Başbakan Bülent Ecevit'in Nice'de Türkiye açısından son derece önemli bir toplantıya katıldığı sıraya rastlaması acaba bir tesadüf mü?
Tesadüf olacağına ihtimal vermiyorum.
Askerler böyle konularda çok dikatlidir.
Onların hayatında ‘‘Zamanlama kavramının’’ çok büyük önemi vardır.
Dolayısıyla Avrupa Konferansı Nice şehrinde AB'nin genişleme stratejisini, dolayısıyla Türkiye'nin kaderini görüşürken Ankara'da böyle bir açıklama yapılmasının tek anlamı olabilir.
Hem Hükümet'e hem Avrupa'ya ‘‘Mesaj vermek.’’
Ben kendi payıma şöyle düşünüyorum.
Keşke bu açıklama aynı güne rastlamasaydı.
Çünkü bu görüntü, askerlerin bir adım geri çekilmesini isteyen AB için herhalde hoş olmamıştır.
Başbakan Ecevit'in o anki psikolojisini de merak ediyorum.
1970'li yıllarda ekonomik yardımı görüşmek için Washington'a gittiği sırada Enerji Bakanı Deniz Baykal'ın ATAŞ Rafinerisi'ni devletleştirmesi, soğuk duş etkisi yapmıştı.
Acaba Genelkurmay açıklaması da benzer bir etki yapmış mıdır?
O yüzden böyle bir açıklama dün yapılmasaydı, en azından Başbakan Ecevit açısından daha ‘‘Zarif’’ olurdu.
Bu açıklama kime karşı yapıldı?
Tabii önce Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'a.
Sonra Başbakan Bülent Ecevit'e.
Ve son olarak da MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'a.
Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasını dikkatle okudum.
Burada yer alan görüşlerin aşağı yukarı aynısını, 72 saat önce Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin ağzından işittim.
Ankara Büro Temsilcimiz Sedat Ergin'le birlikte iftardan sonra Bahçeli'nin odasına geçip bir süre sohbet ettik.
Orada MİT Müsteşarı'nın yaptığı açıklama üzerinde konuştuk.
Bahçeli sakin ama kararlı bir sesle, Kürtçe televizyona karşı olduğunu söyledi.
‘‘Bunun millet olma yolunda ilk adım olacağını’’ söyledi.
Bu arada şöyle ilginç bir yorum yaptı.
‘‘Bu televizyon hangi lehçede yayın yapacak? Televizyonun yayın yapacağı lehçe, ister istemez farklı lehçeleri konuşan insanlar için birleştirici hale gelecek. Böylece tek dil ortaya çıkacak.’’
Şimdi Genelkurmay benzer bir açıklamayı yapıyor.
Bu durumda ortaya çıkan tablo şöyle oluyor:
Başbakan, Başbakan Yardımcısı Yılmaz ve MİT Müsteşarı Atasagun, Kürtçe televizyonu savunan bir cephe oluşturuyor.
Buna karşılık Genelkurmay Başkanlığı ve MHP buna karşı çıkan cepheyi.
Avrupa Birliği'ne tam üyelik için Ortaklık Katılım Belgesi'nin görüşüldüğü sırada böyle bir açıklama, bana göre hoş olmadı.
ADALETİN BU MU AF
Geçtiğimiz haftalarda bir yazımda şu soruyu sormuştum: ‘‘Vatandaşın canı, devletin malından daha mı kıymetli?’’
Bir af düşünün ki, katili affedecek, ama banka hortumlayanı affetmeyecek. Vatandaşın evine giren hırsızı affedecek, ama bankaya dadanan hırsızı affetmeyecek.
Böyle bir af mantığının adaleti olabilir mi?
Bu yazı çıktığından beri çok sayıda faks ve e-mail aldım.
Mesajlar ikiye ayrılıyordu.
Bir bölümü beni haklı buluyordu.
Bir başka bölümü ise ‘‘Sen banka hortumcularını mı affettirmek istiyorsun’’ diye soruyordu.
Hayır, ben affa karşıyım.
Ama af çıkacaksa, vatandaşın canını ve malını devletin malından daha az kıymetli sayan bir zihniyete kesinlikle karşıyım.
İçinde bulunduğumuz banka batırma olayları nedeniyle vatandaşın ezici bir çoğunluğu, bankaları kendi menfaatleri uğruna batıranların affına karşı.
Ben de öyleyim.
Ama adalet, vatandaş çoğunluğuna göre değil, suçun şahsiliği üzerine hüküm verir.
Bir ülke halkının yüzde 99'ı bile karşı olsa, çoğunluğun isteği hukukun eşitliği ve şahsiliği ilkesine aykırı ise, adalet buna göre karar verir.
O yüzden diyorum ki, siz katili affeder, vatandaşın evine giren hırsızı affeder, bankaya giren hırsızı affetmezseniz Anayasa Mahkemesi bunu bozar. Bütün hayatım boyunca 1980 öncesi olayları hiç unutmadığım, bu olaylarda çok sevdiğim arkadaşlarımı kaybettiğim halde, diyorum ki, sırf Haluk Kırcı'yı içeride tutmak için özel muamele yapamazsınız.
Affedecekseniz, onu da affetmelisiniz.
Benim derdim bu...
Paylaş