Durumdan vazife çıkarıyorum

BU yazıyı yazan insan, "28 Şubat sürecinde açıkça taraf olan" bir gazetecidir.

28 Şubat süreci bittikten sonra, o süreci destekleyen birçok kişi, mazeret bildirip "U dönüşü" yaparken, kamuoyu önüne çıkıp kesin, net, hiç kıvırması olmayan ifadelerle, "Evet ben 28 Şubat sürecini destekledim ve hálá destekliyorum" demiştir.

Bu yazıyı yazan insan, 12 Eylül askeri müdahalesinin bir de 11 Eylül günü olduğunu, sokaklarda her gün onlarca insanın öldürüldüğünü hatırlatan ve yine kamuoyu önünde Evren’i açıkça savunacak cesarete sahip çok az sayıda yazardan biridir.

Bu yazının arkasındaki insan, Danıştay saldırısında çok kişi, abuk sabuk komplo teorilerinin peşinde koşarken; yine aynı açık dille, bunun "Türkiye’nin 11 Eylül’ü" olduğunu yazmış, bu nedenle dini eğilimli gazetelerde hakkında 200’den fazla ağır eleştiri ve hakaret yazısı yayınlanmış bir kişidir.

Bu yazıyı yazan insanın "laik rejime bağlılığı konusunda hiçbir kompleksi, hiçbir şüphesi yoktur.

Çünkü hayattaki en büyük ideolojisi, bizzat "hayat tarzıdır".

* * *

Genelkurmay bildirisinin üzerinden bir gün geçti.

Bu yazıyı bütün serinkanlılığımla, öfkelerimi iyice ayıklamış, sakin bir psikolojiyle yazıyorum.

Bu yazımın, her iki kesimin fanatikleri, ateşlilerinin hoşuna gitmeyeceğini de biliyorum.

21’inci yüzyılda yine bir "askeri balans ayarı" ile karşı karşıya kalmamız, biz siviller için kötü bir sınav oldu.

Bu bildiri, sadece demokrasimiz değil, aynı zamanda iktidarımız, muhalefetimiz, hepimiz için büyük bir ayıptır.

Ama "vicdan" duygum beni insafa davet ediyor.

Demokrasi kaygısıyla, sadece askeri eleştirmek, ne adil, ne yararlı, ne de sonuç verici bir girişim olacaktır.

Çünkü o bildiride savunulan görüşler, toplumun önemli bir bölümü tarafından paylaşılmaktadır.

Şurası bir gerçektir:

Siviller bu süreci iyi yönetemediler.

Emin olunuz ki, bunda herkesin yanlışlığı rol oynamıştır.

Tabii her şeyden önce iktidarın.

Evet biliyoruz, Türkiye sadece başı açık kadınlardan ibaret bir toplum değildir.

Ama aynı Türkiye, sadece türbanlı kadınlardan da ibaret değildir.

Merkeze oturma iddiası olan bir parti, ülkenin bu "kozmetik" özelliğini dikkate almalı ve şunu bilmeliydi:

Birileri türbanı, siyasi bir flama haline getirirse, başkaları da onu öyle algılar.

Sonunda bir Cumhurbaşkanlığı seçimi, "Türban Çankaya’ya çıkıyor" kábusu haline dönüşür.

Bu da Abdullah Gül gibi, bunu gerçekten hak etmeyen bir insanın başına patlar.

* * *

AKP artık şunu iyice anlamalıdır:

Parti çatısı altında bazı kişiler, bu partinin merkeze doğru attığı her adımına çelme takarak, Başbakan’ı ve partinin makul insanlarını hep tuzağa düşürmüşlerdir.

Bunların başında, TBMM Başkanı Bülent Arınç vardır.

Arınç şahsi ihtiraslarını, geçmiş kinlerini, eşine yapıldığını iddia ettiği haksızlıkları, siyasi inat haline dönüştürerek Türkiye’nin 21’inci yüzyıla böyle bir demokrasi ayıbıyla girmesinde en büyük rolü oynamıştır.

Merkeze yürümek, o mahalleye yerleşmek isteyen bir AKP, artık bu provokatörleri yakasından düşürmelidir.

Aynı AKP, bu ülkenin kozmetik dengelerini mutlaka çatısı altına da taşımalıdır.

Önümüzdeki seçimlerden sonra hükümet kurarsa, yapacağı atamalarda Türkiye’nin başı açık kadınlarını da bu aynada yansıtmalıdır.

Evet ben 28 Şubat’ı hálá savunan bir insan olarak, artık böyle askeri müdahalelerin bize yakışmadığına inanıyorum.

Ama bu bildiriye sırf demokratik anlayışım nedeniyle karşı çıkarken, ne yazık ki, askerin dile getirdiği endişelerin bir bölümünü kendimin de taşıdığını itiraf etmek zorundayım.

Özeleştiri, demokrasinin en güçlü ilacıdır.

Hepimiz, ama en başta AKP, hiç gocunmadan bunu yapmalıdır.

Gerektiğinde biz siviller de "durumdan vazife çıkarabiliriz".
Yazarın Tüm Yazıları