Paylaş
Tam unutmuştum ki geçen hafta iki olayda yine karşıma çıktılar. Hürriyet'in İstanbul ekinde düğün salonlarıyla ilgili çok güzel bir haber vardı.
İstanbul'un düğün salonları mütevazı müzikholler haline dönüşüyormuş.
Haberi okuduğumun ertesi günü de, çok güzel bir Amerikan filmi seyrettim.
Adı, ‘‘Düğün Şarkıcısı’’ idi.
Bizde düğün şarkıcısından çok ‘‘düğün orkestrası’’ kavramı vardır.
* * *
Hayatımın ilk müzikholü bir düğün salonuydu.
İzmir'de Kordon'un hemen girişindeki Demirspor Lokali ilk ‘‘canlı müzik’’ mekánı olarak hayatıma girdi.
İlkbahar, yaz ve erken sonbahar akşamları, hiç tanımadığım insanların düğünlerine küçük bir gerilla gibi sızar, düğün orkestralarını hayranlıkla dinlerdim.
O fotoğraflar hep kafamda kaldı.
Onlar hep aynıdırlar.
Birbirlerine çok benzerler.
Ruhları, kılık kıyafetleri ile sanki siyam ikizleri gibidirler.
Ortak profilleri genellikle şöyledir:
Çoğunlukla orkestranın şefi solistlerdir.
Parlak ceketler giyerler.
Ya kenar mahallelerden ya da orta halli muhitlerden gelirler.
Çoğu kez öğle saatlerine kadar uyurlar.
Öğleden sonra veya akşamüstü evlerinden çıkıp mahalleyi bir baştan ötekine geçerlerken, kendilerinin o semtlere ait olmadıklarını hissettirirler.
Mahallenin küçüklerinin kendilerine hayran olduğunu düşünürler.
Hayır düşünmez, düpedüz inanırlar.
* * *
O dönemde Türk popu henüz keşfedilmediği için çoğunlukla yabancı şarkıları çalarlardı.
Ağırlık İtalyan şarkılarıydı.
Bazıları kendilerini Peppino di Capri, bazıları Adriano Celentano sanırlardı.
Orta yaşlıları ise Domenico Modugno...
Son yıllarda onların yerini Tarkan, Mustafa Sandal ve Ercan Saatçi gibi Türk starları aldı.
Yıllar geçse de repertuvarlarının son bölümü değişmez.
O bölümde hep oyun havaları devreye girer.
Çoğu kez bu bölümlerde ruhlarının arka odalarına sığınırlar.
Mahallelerini baştan başa geçerlerken yüzlerine yapışan o hafif küçümseyici ifade, yerini hafif ekşimiş, sıkılmış bir yüze bırakır.
Düğün sahipleri, gecenin en eğlenceli bölümüne girerken, onların ruhu aksi istikamette uzaklaşır.
* * *
Düğün orkestralarının en keyifsiz anları işte repertuvarın bu son bölümleridir.
Çünkü hayatın acı gerçeği o an karşılarına dikilir.
O gerçekler, hiçbir zaman aşamayacakları yüksek duvarlar, kıramayacakları prangalar haline dönüşür.
Kaset yapma rüyaları, dev stadyum konseri hayalleri, Almanya turneleri, milyon dolarlık kontrat ütopyaları, o oyun havaları arasında ezilip gider.
Bu ağırlık, geriye gece karanlığında daha da ağırlaşan bir hüsran bırakır.
Ve bu hüsran, ta ertesi gün öğleden sonra evin kapısından sokağa çıkışa kadar devam eder.
Ama mahalleyi bir baştan ötekine geçerken ona hayranlıkla bakan ilk küçük hemşeri, bütün o rüyayı yeniden canlandırır.
* * *
Düğün orkestralarının 90 derecelik hayat zaviyeleri hüsranla mahalli hayranlık duyguları arasında başka duraklara uğramadan volta atıp durur.
Gece yarıları yere serilmiş, dümdüz, ezilip büzülmüş bir ruh ve öğleden sonra kenar semtlerde, orta halli muhitlerde dikilen bir narsisizm.
Kendi psikolojilerini iyi okuyamazlar, ama düğün sahiplerinin, misafirlerinin alkolle tanınmaz hale gelmiş karakterleri karşısında Freud'dan daha mahir bir psikanalist kesilirler.
Kavgayı yatıştırmak onların işidir.
Çoğu kez garsonların hoyrat müdahalelerine ihtiyaç kalmadan ortamı yatıştırırlar.
Düğün orkestraları hayatımın çok etkileyici bir bölümüdür.
Hepsini saygı ile selamlıyorum.
Ve bir hayat boyu bitmeyecek alkışlarla, bislerle hayatımızda kalmalarını diliyorum.
Paylaş