Dönek balık

1930 yılında "Vikingen" adlı bir balina gemisi, Güney Atlantik’te küçük bir adaya geldi.

"Buvet" adlı bu ada, Afrika’nın güney ucu Ümit Burnu’ndan 1600, Güney Amerika’nın güney ucundan 3000 mil uzaklıktaydı.

Balina gemisinde Johan Ruud adlı bir hayvan fizyoloğu bulunuyordu.

Ruud, adanın civarında bir balıkçıyla karşılaştı.

Balıkçı ona, "Biliyor musunuz, burada hiç kanı olmayan bir balık yaşıyor" dedi.

"Kansız" bir balık...

Hayatı canlıları inceleyerek geçmiş bir bilim insanı için bu çok şaşırtıcı bir iddiaydı.

Çünkü bütün omurgalıların, hemoglobin içeren kan sayesinde canlı kalabildiklerini çok iyi biliyordu.

* * *

Ruud
ülkesine döndüğünde, tesadüfen Ditlef Rustad isimli bir başka bilim insanıyla tanıştı.

Bu hikáyeyi ona anlattığında, kendisini şaşırtan şu cevabı aldı:

"İki yıl önce ben de oradaydım ve bu balığı gördüm."

Üstelik, kendisinde bu balığın bir fotoğrafının bulunduğunu da söylüyordu.

Ona göre balığın adı "beyaz timsah balığı" idi.

Bazıları ise onu "şeytan balığı" olarak biliyordu.

Balığın bir üçüncü ismi daha vardı:

"Buz balığı..."

Neydi bu esrarengiz, damarı kesilse kan akmayan balık.

Biraz işin içine dalınca, bilim dünyasının, hayat felsefesinin girdabına kapıldığı çok ilginç ve dramatik bir hikáyeye ulaştım.

Hepimiz için derslerle dolu bir "döneklik" hikáyesine.

* * *

Canlıların kanının temel yapısını oluşturan hemoglobin molekülü iki temel bileşenden ibarettir.

"Globin" adı verilen bir protein ve "heme" denilen küçük bir molekül.

Kanın kırmızı rengi bu "heme" denilen molekülden gelir.

Kansız balığın sırrı, DNA araştırmaları geliştikten sonra çözüldü.

Daha doğrusu, canlıların gövdesinde "DNA fosillerinin" bulunduğunun keşfedilmesi sayesinde.

Dış dünyada nasıl mamut fosilleri, neanderthal insana ait fosiller bulunuyorsa, canlıların iç yapılarında da nesli tükenmiş DNA’ların fosilleri bulunuyor.

Yani bir DNA arkeolojisinden söz edebiliriz.

"Buz balığının" fosil DNA’ları şunu ortaya çıkardı:

"Buz balığı" ailesi, normal kanı olan öteki balıklar gibi okyanusta mutlu bir hayat sürdürüyordu.

Ancak bundan 55 milyon yıl önce iklimde acayip bir değişiklik meydana geldi ve okyanus sularının sıcaklığı 68 Fahrenhayt’tan 38 Fahrenhayt’a düştü.

Çok az okyanus canlısı bu ani düşüşe dayanabildi.

Bunlardan biri de buz balığıydı.

Dayandı ama ne pahasına?..

* * *

İnsanların kanının yüzde 45’i kırmızı hücreden oluşur.

Kırmızı hücreler, soğuğa dayanıklı değildir.

Buz balığı, soğuğa dayanıklı hale gelebilmek ve hayatını idame ettirebilmek için mucizevi bir değişimi gerçekleştirdi.

Kanındaki kırmızı hücrelerin oranını yüzde 1’e indirdi.

Bu da yetmedi.

Bu defa tarihin ilk "antifrizini" keşfetti.

Hayatta kalma yemini eden bünyesi, donmayı engelleyen bir nevi antifriz proteini yarattı.

Böylece buz balığı, adına da uygun şekilde, sıfırın altındaki sularda bile hayatını idame ettirmeyi başardı.

Yani bugün bu balığın damarlarında fiilen buzlu su akıyor.

* * *

Peki bu balık için "kansız" sıfatını kullanabilir miyiz?

Yoksa bu küçük balık, hayat mücadelesi veren tüm canlıların azizi midir?

Benim inancım şu:

Hayatta kalabilmek için "kanını" bile değiştirmek zorunda kalan bu canlı, gerçek bir tabiat kahramanıdır.

Ve hepimize verdiği hayat bilgisi dersi de şudur:

"Dönüşebilmek, dönebilmek, hayatta kalmanın, ilerlemenin temel kanunudur..."

İşte bu nedenle buz balığının önünde saygıyla eğiliyorum...

(*) Bu bilgileri, geçen yıl yayınlanan müthiş bir kitaptan aldım. Sean B. Carroll: "The Making of the Fittest", Norton, 2006
Yazarın Tüm Yazıları