Paylaş
ÖNCEKİ hafta Paris'te Avenu Montaigne'de yürürken, vitrinlerin birindeki deri kadın pantolonu dikkatimi çekti.
Muhteşem bir kesimi vardı.
Hatları kusursuz bir cansız mankenin üzerine giydirilmişti.
Dizden aşağı kısmı, çok hafif, belirsiz denecek kadar hafif bir evaze ile aşağı doğru iniyordu.
1970'lerin hippi modasındaki o zevksiz ispanyol paçayla alakası yok.
Hatlar incelmiş, zarifleşmiş, sanat coupe'a hákim olmuş.
Öteki vitrinlere de bakıyorum.
Deri pantolon müthiş bir dönüş yapmış.
Hippilerin beceremediğini, ıskaladığını, 2000'lerin modacısı becermiş.
Deri pantolon, sanki güzel bir insan gövdesinin tabii derisi haline gelmiş.
* * *
Deri denince gözümün önüne nedense Inxs topluluğunun önceki yıl intihar eden solisti Michael Hutchence gelir.
Hafif kıvırcık uzun saçları, öne doğru kavis yapmış vücudu ve o bakışı bir pop müzik ikonosı gibi hep karşımda durur.
Acaba o fotoğrafta üzerinde deri pantolon ve mont mu vardı?
Geçmiş fotoğraflara bakıp araştırmadım.
Kafamda sanki deri gibi kalmış.
Veya ben o ikonaya deri bir elbise giydirmişim.
Öyle değilse bile bırakın öyle kalsın.
* * *
Kafamdaki bir başka fotoğraf da Door's'un solisti Jim Morrison.
Nedense onu da hep deri ceket içinde hatırlıyorum.
Her ikisi de birbirine benziyordu.
Yüzleri, duruşları ve bakışları ile.
Bir de güzellikleri ve genç ölümleriyle.
Her ikisi de bir otel odasında öldüler.
Biri Sydney'de, öteki Paris'te.
Neden? Hiç bilemedik.
Her ikisi de içkiliydi. Veya owerdose...
Her ikisi de gençti.
Her ikisi de kariyerlerinin çok yüksek bir yerindeydi.
Muazzam bir hayran kalabalığının içinde, beş on metrekarelik bir tenhalık içinde ölüp gittiler.
Tek başına, yapayalnız.
Anlayacağınız, kafamdaki deri, genç ve güzel erkeklerin dünyasına ait bir şeydi.
Şimdi o deri cinsiyet değiştiriyor.
Erkeklerin gövdesinden ayrılıp, güzel kadınların gövdesine giydiriliyor.
Paris vitrinlerinde sanki hiç bitmeyen bir deri pantolon defilesinin önünde yürüyorum.
Versace, GAP...
* * *
Ötekiler.
Hep aynı zarif çizgi. İnce bir belin hemen altındaki o milimetrik cazibe sınırından başlayıp, krokodil veya yılan desenli bir ayakkabının hizasına kadar inen deri pantolonlar.
Onun üzerinde karnı teşhir eden dört beş santimlik bir ten.
Üzerine deri giydirilmemiş bir beyazlık.
Tenle deri pantolon arasındaki ‘‘No man's land’’.
Benim şahsi deri tarihim ise bambaşka.
1970'li yılların başlarında İstanbul'un turistik eşya satan dükkánlarından birinden alınmış bir koyun postu.
Yakaları koyunun tüylü kısmından, geri kalan kısmı ise derinin mat tarafından yapılmış beyaz bir koyun postu.
Altında Akhisar'da bir kunduracıda bulduğum kirli sarı çizmeler.
Paris'i bir süre işte bu kaba deri giysilerle dolaştım.
* * *
Şimdi geriye baktığım zaman son derece zevksiz ve kaba bulduğum bir kıyafet ucubesi.
Mick Jagger'le Che Guavera arasında gidip geliyorum.
Kararsızım.
Bir gün o, ertesi gün öteki bir maymun...
Ruhuyla, üzerindeki deri kıyafetiyle tebdili kıyafet bir maymun.
Şimdi o Paris'i blazer bir ceketle dolaşıyorum.
Bu defa deri başkalarının üzerinde.
Ve anlıyorum ki, 1970'lerin katlettiği deri iade-i itibar görmüş.
Orada, Jim Morrison'un mezarının bulunduğu kentte, deri pantolon müthiş bir geri dönüş yapıyor.
Paylaş