Çöl treni

GEÇEN gün "Kutup Ekspresi" filmini seyrederken, o sahneye takıldım.

Çocuklarla dolu tren, bir tepenin etrafını dolaşa dolaşa zirveye tırmanıyordu.

O tepe birden gözüme Babil Kulesi gibi göründü.

Yolcuları da, bu efsane kulenin birbirinin dilini anlamayan kaos çocukları haline dönüştü.

29 yıl önceye döndüm.

O treni hatırladım.

Benimki bir kutup treni değil, çöl treniydi.

* * *

Aradan 29 yıl geçmiş; ama o tren yolculuğu hálá aynı tuhaf duygularıyla kafamda duruyor.

En uzak hatıralarım sanki bir tıklık mesafede.

Gönlümce bir tuşa dokunuyorum, o sahne bütün canlılığıyla karşıma geliyor.

1977 yılının bir sonbahar gecesiydi.

Mezopotamya, 30 yıllık tarih şuurumdan fırlamış, hakikatin ta kendisi olarak karşımdaydı.

Tuhaf bir trendeydim ve gecenin çelik rengini yara yara, Bağdat'tan Basra'ya doğru yol alıyorduk.

* * *

Trenin her tarafı çiçeklerle donatılmıştı.

Nedense kendimi orada değil de, "Doktor Jivago" filminde hissediyordum.

Tren çölleri değil, Rusya'nın kar altındaki steplerini kat ediyordu ve ben de genç Bolşevik Strelnikof'tum.

Oysa saatler boyu yanımdan ayrılmayan biteviye çöl, ondan daha az romantik değildi.

Petrol kuyularının tepesinde yanan alevler, sonsuz şamdanlar gibi Mezopotamya'yı aydınlatıyordu.

* * *

Dönemin Irak Cumhurbaşkanı Hasan el Bekr ve onun yardımcısı Saddam Hüseyin'in davetlisi olarak Bağdat'a gelmiştik.

Bize özel bir tren tahsis edilmişti.

Gazino haline getirilen orta vagonda bir orkestra çalıyordu.

Masalarımızın üzeri pahalı viskilerle, konyaklarla donatılmıştı.

Doktor Jivago'nun karlarının beyazlığına nazire yapan çöl gecesinin siyahı, bizi bir şeylere çağırıyordu.

Dolunay yoktu; ama içimizdeki öteki insan sokaklara fırlamıştı.

Görünmeyen bir orkestra şef bageti eline almış, trendeki enternasyonal koroyu yönetmeye başlamıştı.

Hep birlikte "Hasta Siempre"yi söylüyorduk.

"Comandante Che Guavera" nakaratını haykırırken, zikir ayinimiz doruğuna ulaşıyordu.

Sonra "Guantanamera" ile romantik gecemiz başlıyordu.

29 yıl sonra şimdi düşünüyorum.

Acaba bugün o trende aynı geceyi yaşamaya kalksaydım, hangi müziği dinlerdim?

Her ayrı dünyada binbir surat gibi kılık değiştiren ruhum, acaba o romantik gecede neye dönüşürdü?

İnce tel çerçeve gözlükleriyle Strelnikof hálá gözümün önünde.

Ama duygu köprülerimin altından çok nehirler akmış, akarken onu da alıp götürmüş.

* * *

Bir süredir çöl bana kar bozkırlarından daha romantik görünüyor.

Bir kum tepesinden uzaklarda batan güneşe baktığım zaman, Doğu'nun mistik tefekkürü incecik bir tül gibi bedenimi örtüyor.

Hayatımın evrim teorisini bu çöllerde yazıyorum.

Tek şahidimin, asla konuşamayacak dilsiz bir yalnızlığın olduğu o anlarda bir dönemi kapatıyorum, ötekini ise açmıyorum.

Çöl, benim münavebeli arafım olarak geliyor.

Ben arafa gitmiyorum, o bana geliyor.

Káh cennetin kapısında, káh cehennemin...

Çöl treni 29 yıldır hiç durmadan yoluna devam ediyor.

Bir o istasyona uğruyor, bir ötekine.

Her istasyonda günahın ve sevabın bütün kefaretini ödüyorum.

Tren Basra körfezinin kenarına geldiğinde, çöl bitiyor ve muhteşem bir hurma vahası başlıyor.

Cennet istasyonu burası olmalı diye düşünüyorum.

* * *

Dönüşü gündüz yapıyoruz.

Babil'den geçerken gözlerimiz asma bahçelerini ve o kuleyi arıyor.

Oysa karşımızda ne bir kule var, ne de asma bahçeleri.

İşte o an çöl treni bir bulut tepesinin etrafından dolaşa dolaşa gökyüzüne doğru tırmanışa geçiyor.

Hayallere yolculuk başlıyor.

29 yıldır hiç durmayan çöl treni Babil garına giriyor...
Yazarın Tüm Yazıları