LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
ÖNCEKİ akşam Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin ödül törenindeydim.
Tören Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılıyordu.
Aynı gün bazı sanatçılar, bu binanın yıkılmasına karşı gösteri yapmışlardı.
Hemen düşüncemi söyleyeyim.
Bu bina çok çirkin ve hemen yıkılması gerekir.
Kültür Bakanı Atilla Koç, yerine yine kültür merkezi yapılacağı sözünü verdiğine göre mesele yok.
Bu bina ruhsuz. İzbe, iç karartıcı.
Bana, eski Sovyet binalarını hatırlatıyor.
İstanbul daha iyisine layık.
* * *
Törende Hürriyet’ten dört arkadaşımız ödül aldı.
Haberini bugün Hürriyet’te okuyacaksınız.
Hepsini tek tek kutluyorum.
Ahmet Hakan’ı kürsüde izlerken düşündüm.
Bu tür ödüller çoğunlukla, belli bir görüşe yakın gazetecilere, köşe yazarlarına verilirdi.
"Belli bir görüş" derken şu veya bu görüşü kastetmiyorum.
Belli bir "fikir cemaatine" ait olmaktan söz ediyorum.
Bana göre Cemiyet bu yıl, çok önemli bir seçim yaptı.
Belli bir fikre veya cemaate değil, yazara ödül verdi.
Ahmet Hakan, bu ödülü gerçekten hak etmiş bir yazar.
* * *
Konuşmasında, gazeteci psikolojisi açısından çok önemli bir noktaya dikkat çekti.
"Bana, böyle yazmaya devam edersen, iki arada bir derede kalırsın. Kimse sana yardım etmez dediler. Bu ödül öyle olmadığını gösterdi" dedi.
Gerçekten de bir cemaate ait olmadığınız zaman, sizi bekleyen tek psikolojik durum, derin bir yalnızlıktır.
Ben bunu 20 yıllık meslek hayatımda çok hissettim.
Bugün yazdığınızı alkışlayanlar, ertesi gün yazdığınızı yuhalayabilirler.
Benim "azgın azınlık" dediğim aktif çevrelerin egemen kültürü "biat"tır.
Yani "Ya benden olacaksın, ya düşmanım"...
Sevdikleri bir yazar, bir gün, katılmadıkları bir düşünceyi yazdığı zaman, akıllarına ilk gelen sıfat, "Dönek" olur.
O yüzden her gün aynı teraneyi tekrarlamayan yazarların durumu parlak değildir.
Ahmet Hakan’a verilen ödül işte bendeki bu derin yalnızlık duygusunu yıktı.
Ahmet Hakan gibi ben de tek başıma, yapayalnız olmadığımı hissettim.
O yüzden bu seçimi yapan Gazeteciler Cemiyeti’ni kutluyorum.
* * *
Dün yazdığım yazı ile ilgili olarak birçok mesaj geldi.
Herkes "Tanrı yazar" kavramı ile kimi kastettiğimi soruyordu. Kimi, "Şu yazarı" kimi "öteki yazarı" kastedip kastetmediğimi öğrenmeye çalışıyordu.
Muhtemel ki, bunun etrafında da ilkel bir polemik yapacaklar.
Azgın azınlık kültüründe işte bu da vardır.
İlle de karşınıza bir hedef tahtası koymanız gerekir.
İlle de sizi biriyle "kapıştırmak" isterler.
Ben özel olarak kimseyi kastetmedim.
Kastetsem ismiyle yazardım.
Ama bazı insanlar, yazdığım vasıfları belli isimlere uygun görüyorsa, kendilerinin sorunudur.
* * *
Ben genel bir yazar tipolojisi çizdim.
O portrede kendimden, benim mazimden de çizgiler var.
Mesleğimize musallat olmuş bir hastalığın teşhisini yaptım.
Dedim ki: "Bu meslekte kimse Şeyhülislam değil. Dolayısıyla kimsenin fetva vermeye hakkı yok. Yani fetva gazeteciliği sona eriyor."
Ben o yanlışlıkların farkındayım ve düzeltmeye çalışıyorum.
Yani "Tanrı yazarlığın", bu mesleğin şizofreni alanına girdiğini söylüyorum.
Mustarip oldukları hastalığın farkında olmayanlara da yardımcı olmak amacıyla bunu kaleme aldım.
Çünkü mesleğimizin geleceğinde "Tanrı yazarlığın" yeri olmayacak.
O nedenle şu mu bu mu diye sormak yerine, bu samimi uyarıyı anlamaya çalışmak gerekir.
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Yazarın Tüm Yazıları