KENDİNİZİ Alain Delon veya Brad Pitt’e benzetemeyecek kadar gerçekçi iseniz, kime benzetirsiniz?
‘İlle de benzetmek gerekir mi’ gibi bir cevapla kişilik yapmaya kalkmayın.
Çünkü kimse yutmaz.
Çünkü herkesin, yaşamak için uygun bir aynaya ihtiyacı vardır.
Ve ne yazık ki, erkeklerin büyük çoğunluğu, kendini Alain Delon aynasından görecek durumda değildir.
Tabii ben gerçekçilerden söz ediyorum.
Bundan nasibini almamışlar, ebette istediği bütün boy aynalarına bakabilirler.
* * *
Allah bir konuda çok cömerttir.
Her insana, kendini benzetebileceği örnekleri vermiştir.
Mesela, bizden önceki kuşakların en sıradan insanı bile, kendini rahatça Humphrey Bogard’a benzetebilirdi.
Çünkü o; karakter dediğimiz insani özelliği, Yunan ve Roma sanatının kafamıza soktuğu bütün güzellik ölçülerine meydan okur hale getiren mükemmel bir aynadır.
Sonunda bütün ihtiyacınız, bir trençkot, bir sigara ve biraz duruş dersinden ibarettir.
Bruce Willis, bana göre bir mesihtir.
Saçı dökülenleri umutsuzluktan kurtarmak için inmiş bir ikona diyebilirsiniz.
Onun sayesinde çok erkeğin hayatı kurtulmuş, çok erkek, hayallerinin ötesindeki kadınlara ulaşabilmiştir.
Bu kadar çok müridinin olmasının nedeni de budur.
* * *
Ama bizim kuşağımızı kurtaran asıl insan, hiç şüphesiz ‘Büyük Jack’tir.
Yani Jack Nicholson...
Maymun ile Apollon arasındaki geniş insan ırkının küresel prototipi odur.
Onu nasıl tarif edebiliriz?
En sıradan erkeğin bile sol omzuna tüneyip, kulağına, ‘Başarabilirsin oğlum’ diye fısıldayan müstehzi şeytanımız.
‘Onun gibi olmanın’ maliyetini, kenar mahalle gençlerinin cep harçlığına indiren, imitasyon ruhlar dükkánının sahibi.
İhtiyacınız olan tek aksesuvar, en klasiğinden bir Ray Ban gözlük.
Paranız yetmiyorsa taklidi bile káfidir.
Bir de ağzınızın kenarına konduracağınız, küçük, müstehzi ve şeytansı bir çizgi.
Onu ilk defa bizim kuşağın kült filmi Easy Rider’da seyrettim.
Sonra ötekiler geldi.
Five Easy Pieces, Carnal Knowledge.
Ve tabii ki ‘Guguk Kuşu’...
Geçen hafta, onun hakkında yazılmış bir kitap okudum.
Adı, ‘Jack the Great Seducer’.
‘Büyük Çapkın Jack...’
1970’li yıllarda Batı Hollywood’da, Laurel Canyon adlı bir bölgede oturmuş.
Orada mahalle arkadaşları arasında, Carol King, Jimi Hendrix, John Lennon, Frank Zappa ve Mammas and Pappas’ın üyeleri de bulunuyormuş.
* * *
O yıllarda hayranı olduğum Crosby, Stills, Nash and Young’ın, hepimizi komünal hayata davet eden ‘Our House’ şarkısı o mahalledeki bir evde yazılmış.
Graham Nash ile Joni Michelle’nin aşkı o mahallede başlamış.
Ve Jim Morrison, ‘Love Street’iorada bestelemiş.
Demek ki karşı kültür kuşağının isyan manifestoları o mahallede yazılmış.
* * *
Jack Nicholson, ‘Easy Rider’ filminin ilk kadrosunda yokmuş.
Ancak Dennis Hopper ile Peter Fonda çekimin daha ilk günlerinde birbirine girince, bazı arkadaşları işe el atmış.
Jack Nicholson kavgayı önlemek için filme dahil edilmiş.
Filmin, bir ayağı karşı kültürde, öteki ayağı yerleşik düzende esrarkeş avukatı George Hanson’u Rip Torn oynuyormuş.
Ancak, Rip Torn filmdeki sahnelerinin daha iyi yazılmasını isteyince Dennis Hopper’dan cevap olarak ağır bir küfür gelmiş.O da filmden ayrılmış.
* * *
Çapkınlığı bütün dünyanın en sıradan insanlarının bile menziline sokan Büyük Jack efsanesi, Dennis Hopper’ın işte bu küfrüyle doğmuş.
Anlayacağınız Easy Rider, bir anlamda çapkınlığın demokratik devrimidir...
Kazanova’lığı kenar mahallelerin yamru yumru çocuklarının bile hizmetine sokan büyük ihtilal işte budur.
O yüzden Jack, ‘Büyük’ sıfatını en az İskender kadar hak eden bir halk ihtilalcisidir.