LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
İZMİR Kent Hastanesi’nin giriş salonu, hastaneden çok bir kültür merkezinin girişini hatırlatıyor.
Yerler pırıl pırıl mermer.
Sol tarafta kuyruklu bir piyano duruyor.
İnsanın psikolojik duvarlarını tarumar eden, hastane kokusunun zerresi yok.
Annem bir haftadır bu hastanede yatıyor.
Odaya girip yanaklarını öpüyorum.
Beyaz bir eşofman giymiş.
Ayaklarını önündeki pufa uzatmış.
Beni görünce sarılıyor.
Annemin, bütün hayatım boyunca benden hiç ayrılmayan kokusunu şimdi daha kuvvetle hissediyorum.
* * *
Aklıma, Kahramanlar 1423 Sokak’taki günlerimiz geliyor.
Küçücük cılız vücudumu, bir leğenin içinde görüyorum.
Sırtım hafif kamburlaşmış, iki elimle önümü kapatmışım.
Annem beni yıkıyor.
Sonra beni giydirip okula gönderiyor.
Akşamüzeri sokakta koşarken, sesini işitiyorum.
Elinde bir kaşık balık yağı arkamdan koşuyor.
Burnumu tıkayıp tiksinerek içiyorum.
Balık yağının kokusu genzimi sarıyor.
Annem, "İyiliğin için" diyor.
Birazdan akşam olacak, evin önüne hasır serilecek; annem, kız kardeşlerim, ben, komşular hep birlikte çayımızı içeceğiz.
Önümüzden Fuar kapısına doğru giden taksiler, kamyonlar geçecek.
Onların egzoz gazı genzimizi yakacak.
Ama hiçbir şey, o mutlu İzmir akşamımızı berbat edemeyecek.
Hatıralardan sıyrılıp anneme dönüyorum.
Annem yorgun.
Bir süredir ayaklarında dayanılmaz ağrılar vardı.
Sonunda hastaneye yatırdık.
Şimdi sadece mükemmel bir hastanede değil, aynı zamanda çok güvendiği doktorlar, hastabakıcılar arasında dost bir ortamda iyileşiyor.
* * *
Babamı kaybettikten sonra, ailemizin en büyüğü o kaldı.
En büyük çocuk benim.
Şimdi dört kuşak hastanede annemin yanındayız.
En küçüğümüz 54 günlük.
Annesinin kucağında uyuyor.
Biri hariç kızlarının hepsi orada.
O da geldi gelecek...
Her gece biri veya ikisi yanında kalıyor.
Gelini 5 gündür başında. Damatları hiç yalnız bırakmıyor.
Torunlar tam kadro orada.
Torunlarının eşleri de...
Annemin eli elimde, yüzüne bakıyorum.
Büyük aile olmanın güzelliğini bir kere daha hissediyoruz.
İki yıl önce, kız kardeşimin Urla’daki evinde anneme sürpriz bir doğum günü kutlaması yapmaya karar verdik.
Hepimiz o güzel mart günü, İzmir güneşinin altında toplandık. İçimizden biri annemi alıp getirdi.
Herkes evinde bir iki tabak yemek hazırlamıştı.
Bense her zamanki gibi şarapları getirmiştim.
Onu başköşeye oturtmuş, hep birlikte fotoğraflar çektirmiştik.
Evin köpekleri ve kedisi yanıbaşımızdan ayrılmıyordu.
Aleksiyu’lar, Parios’lar, Sezen’ler, Aşkın Nur Yengi’ler çalıyordu.
Ege otlarından yapılmış yemekler başımızı döndürüyordu.
O zaman yine fark etmiştik.
Büyük aile güzeldir...
* * *
Dün sabah müthiş bir restorasyon ve düzenleme ile Büyük Efes’i yeniden canlandıran Swissotel’in, meydana bakan odasında bir İzmir sonbaharına uyandım.
Kahvemi içerken, 16 yaşıma dönüyorum.
Tam orada, karşımdaki rıhtıma yanaşan İngiliz okul gemisini yeniden görüyorum.
Orada tanıştığım kızın, geminin merdivenlerinden çıkarken bana bakıp söylediği, Rolling Stones’un "Little red rooster" şarkısını yeniden dinliyorum.
O sırada telefon çalıyor. Arayan kız kardeşim.
"Abiciğim, sabah uyandığımda annemi yatakta görmeyince panikledim. Ama kendisi kalkıp yürüyüşe çıkmış" diyor.
Sonra annem alıyor. "Oğlum" deyişini dinliyorum.
"Oğlum..."
Tıpkı eski günlerdeki gibi. Tam anne sesi. Yüz binlerce kere dinlediğim ve her defasında bana anne sevgisinin sıcaklığını anlatan ninnisini.
Bana hayat veren sesini.
Ve bir kere daha aynı şeyi mırıldanıyorum.
Büyük aile güzeldir...
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Yazarın Tüm Yazıları