Bu saatten sonra hizaya gelsem

BU sonbahar bana tuhaf bir şeyler oldu.

Haberin Devamı

Yapraklar kıpkırmızı, dökülüyor ama ben başka mevsimdeyim..
Yaza giriyormuşum gibi hallerim var.
Bir arkadaşım, Leicester Üniversitesi ve Londra King’s College’dan bazı bilim adamlarının vücut saatini yavaşlatan geni bulduklarını anlattı.
Buna “Peter Pan geni” adı vermişler.
Benim genim bu işte.
Ağırdan alan, hatta artık hiç almayan bir gen.
Oysa sonbahar geldi, geçti, karakışlar kapıya dayanmış.
Yapraklarla beraber, insanlar; onlarla birlikte karakterler salkım saçak dökülüyor.
Sayfiyeler boşalmış; terk edilmiş hüzünlü köpekler sonbahara karşı uluyor.
Her yeri memleket meseleleri basmış.
Bense her zamanki hayta; mevsimler mektebini yine kırmış; hergele meydanında volta atıyor.
Sanki şahsi üç ayları başlamış, “zihniyet orucu” için ilk sahura kalkmış.
Türban mı?
Koyver gitsin.
Nasılsa önümüzde seçim var. Hançerelere çok iş düşecek.
Kürt sorunu mu?
Öcalan’ın “Toplu eserlerinin” daha üçüncü volümündeyiz.
Şöyle bir beşinci, onuncu volümüne gelelim. O zaman bakarız.
Ha, bir de demokrasi, anayasa meselesi falan var.
Onu desen hiç anlamam.
Memlekette eğitim seviyesi yükseldikçe, “ileri demokrasi anayasasına” hayır diyenlerin oyu da artıyor ya, orada koptum!
Fikir beyan etmeye kalksam ne diyeceğim?
“Kapatın üniversiteleri, memlekete demokrasi gelsin” mi?
Bu konu da beni aşar.
Zaten saatim, kendi saatini yaratmış; ben hayta, saatim benden hayta; işi iyice rölantiye almış.
Diplomalarımızı gömmüşüz, saklamışız; biliyoruz ki, bulsalar Ergenekon iddianamesine girecek.
Malum; okumuş insan darbecidir.
Darbecilikten atamasalar, “ruh hastası” diyecekler.
Resmi arabalar kapıya dayanmış; beyaz deli gömleği hazır, Guguk Kuşu’na dönmüşsün.
Kollarını uzatmış bekliyorsun.
* * *
Ah benim belalı başım.
Yazı bir türlü bitiremiyor. Sahillerden bir türlü kopamıyor.
Memleket Kürt meselesini, türbanı, demokrasiyi, Oktay Bey’i konuşuyor.
Onun aklı ise, yeni yeni alışmaya başladığı “King’s of Leon”da.
Hergeleler fena halde içkiye dalmış, grup dağılmak üzereymiş; tek derdi o.
Tam da “Closer” şarkısını en yüksek volümde günde beş kere dinlemeye başlamış.
Adamlar üçüncü CD’ye gelmiş, o yeni keşfediyor.
Saat yavaş; her beş saate bir saat yazıyor.
Günde iki kerecik bile olsun, doğruyu gösteremiyor.
İçimdeki hınzır ise oportünist mi oportünist.
Fırsat bu fırsattır deyip, bir zıplayıp kendini öteki mahalleye at diye tepiniyor.
Ah, o kahredici şarkı yok mu, haftada beş kere dinlediği o şarkı...
Heyhat, şeytan sol omzuna oturmuş, yanık yanık söylüyor:
“Aklıma gelenleri söylemem lazım
Lafımın arkasında durup dönmemem lazım;
Eğilmeden kırılmadan
Dimdik hayatta;
Hatta belki bu şehri terk etmem lazım.” (*)
Asıl, hemen ardından gelen mısra:
“Ben bu saatten sonra hizaya gelsem ne olur.”
Alçak provokatör, bu oyuna asla gelmem.
Bağrıma taş basarım, kenara çekilirim, susarım, pusarım, seni dinlemem.
Karakışlarda benim şarkım hazır:
“Je chante pour passer le temps” (**)

Haberin Devamı

(*) Tuba Özerk: “Acı Hatıralar”
(**) Şarkı, “Zaman öldürmek için şarkı söylüyorum” diyor. “Şarkı söyleyerek karakışları geçiriyorum” diye de çevirebilirsiniz.

Yazarın Tüm Yazıları