Paylaş
Ama size önce bu serginin açıldığı mekânı anlatayım.
Tempelhof Havalimanı bugün boş ve neredeyse metruk devasa bir bina...
1923’te inşasına başlanmış ama Hitler döneminde totalitarizmin anıtsal bir binası haline gelmiş. Yani Nazi ruhunun dolaştığı hayalet bir hangar burası...
İşte burada “Diversity United” isimli, Türkçe’ye “Birleşik Farklılık” olarak çevrilebilecek bir sergi açıldı.
Daha doğrusu sınırlı bir bienal diyebilirsiniz.
*
Avrupa’nın 34 ülkesinden 90 sanatçının eseri sergileniyor.
Aralarında Maurizio Cattelan, Anself Kiefer gibi, eserleri dünyanın en ünlü müzelerinde yer alan sanatçılar var.
Türkiye’den de iki sanatçının 8 eseri sergileniyor.
Amsterdam’da yaşayan Diyarbakır doğumlu, Hacettepe ve Yıldız Teknik’te okumuş sanatçı Ahmet Öğüt...
Kahire doğumlu, liseyi İstanbul’da Robert Kolej’de okumuş sanatçı Nil Yalter...
Rus sanatçı Ekaterina Muromtseva’nın eserinin önünde...
İşte o sergiyi gezerken binlerce post-it’in yapıştırıldığı bir duvarın tam ortasındaki bir fotoğrafın önünde yere çakılmış gibi kaldım...
Bence Hitler’in hayaletinin hâlâ dolaştığı dünyamızda, serginin merkezi işte tam burasıydı...
1989’da yıkılmış bir duvarın, Berlin duvarının, yıllarca totaliter bölgesinde kalan metruk bir havalimanı binasında anlatılabilecek en etkili hikâye buydu...
Ben de size kısaca bu duvarın üzerinde muazzam bir sanat eserine dönüşen eski bir fotoğrafın hikâyesini anlatacağım. Ama önce fotoğrafa bir kere daha dikkatle bakın...
KOLUNU UZATMAYIP ÖNÜNE BAĞLAYAN ADAMIN HİKÂYESİ
Bu fotoğraf 13 Haziran 1936 yılında Almanya’da çekilmiş... Hitler’in iktidara geldiği yıldan 3 yıl sonra yani... Nazizm artık Almanya’nın insanlık suçu ideolojisi haline gelmiş...
Büyük kitlelerde sürü ruhu oluşmuş... Ve bu sürü ruhunun en etkili sembolü, ileri, Führer’e doğru uzatılan eller...
Şuursuz bir sadakatin, şartsız şurtsuz bir biatın suç duvarındaki bir tuğla haline dönüşmesinin en irkiltici hareketi...
“Hepimiz biriz” diyen bir biatın bayrak direği gibi ileri doğru dikilmiş anıtı...
*
O sürünün tam ortasında bir insan görüyoruz...
Sürü kollarını ileri uzatıp, Führer’e sadakatini tescil ettirirken, sadece bir kişi kolunu kaldırmadan duruyor...
“Ulu emre itaat etmeyen” bir ayrık otu adeta.
Kollarını ileri uzatmadan önüne bağlamış... “Ben bu sürünün bir koyunu değilim” diyor...
*
Evet fotoğraf bundan ibaret...
Milyonlarca insanın hayatına mal olan o süfli ideolojinin, o biat ruhunun anında “hastalıklı koyun” veya “hain” diye damgalayacağı bir birey...
Sürünün ve fotoğrafın tam ortasındaki bu “farklı hain”in adı August Landmesser...
Fotoğraf 13 Haziran 1936 günü, Hamburg’da Blohm&Voss tersanesinde Horst Wessel adlı savaş gemisinin tanıtımında çekilmiş.
İşte bu insan, Nazi selamı vermeyi reddeden tek kişi olarak tarihe geçti...
*
Bugün onun adını herkes biliyor...
Etrafında Nazi selamı verenlerin ise hiçbirini artık akrabaları bile tanımıyor... Çünkü diktatör kaybetti... O tek kişi, o birey kazandı ve bugün tarihi o yazıyor.
BU FOTOĞRAFA EKLEDİĞİM POST-İT’E BEN NE YAZDIM
GELELİM o karenin üçüncü kahramanına...
Sergide bu fotoğrafı sanat eseri haline getiren sanatçı Fernando Sanchez Castillo...
Madrid’de yaşayan bir sanatçı...
Bu fotoğrafa iki şey eklemiş... Nazi selamı vermeyi reddeden adamın fotoğraftaki duruşunu küçücük plastik heykeller haline getirmiş...
Onlardan 5 bin tanesini duvarın önünde bir platforma yerleştirmiş.
İsteyen herkes o tek adamdan birini hatıra olarak alabiliyor.
HAFTANIN KİTABI
1) YEŞİLÇAM’IN ‘KOLEJLİ KIZI’ AKADEMİK KİTAPTA NE DEDİ
ADINA baktığınız zaman sıkıcı gibi gelebilecek bir tartışma kitabı...
Ama başladığınız zaman Türkiye’nin tam da şu “anomi” (Değerlerin, normların yok oluşu) yaşadığı dönemde çok gerekli bir çalışma olduğunu anlıyorsunuz.
Tartışmayı çok takdir ettiğim bir akademisyen olan Memduh Karakullukçu yönetmiş. Dışişleri Bakanlığı’nın “Efsane Büyükelçiler” döneminin iki eski mensubu tartışıyor. Özdem Sanberk ve Sönmez Köksal...
*
Kitabın kapağında üçüncü bir isim daha var...Filiz Akın...
Tartışmanın üçüncü üyesi olarak o da orada...
*
Yeşilçam’ın Avrupalı yüzü... Kolejli kız rollerinin oyuncusu...
Kitapta Filiz Akın’ın nasıl bir entelektüel donanıma sahip olduğunu görmek benim için çok güzel bir sürpriz oldu...
*
Bu kitap önemli...
Özdem Sanberk ve Sönmez Köksal’ın analizlerini gelecek hafta yazacağım. Bugün sözü Filiz Akın’a bırakıyorum.
Özdem Sanberk, Sönmez Köksal, Memduh Karakullukçu: “Değerler, Çıkarlar ve Dönüşüm”, Konuk: Filiz Akın, Editör: Gökberk Kızıltan, Doğan Kitap, Haziran 2021
TEZ
2) ARAP BAHARI’NI AŞK YAŞAYAN TÜRK KADINLARI MI BAŞLATTI
FİLİZ Akın diyor ki:
“Sinema ve diziler Türkiye’de çok ilerledi. Dizilerimiz dünyada birçok ülkeye satıldı, hatta Arap ayaklanmasının başlangıcında Türk dizilerinde gösterilen hayat tarzının, güzel evlerin, daha iyi yaşayan, hakları olan, konuşabilen ve aşk yaşayabilen kadın tasvirinin etkisi olabileceği söylendi.”
3) İNSANLAR YEŞİLÇAM’I MASUM BİR TÜRKİYE’Yİ ANLATTIĞI İÇİN SEVİYOR
ÖNCE belirteyim... Başlıktaki “Masum Türkiye” sözü bana ait...
Filiz Akın bunu şöyle anlatıyor: “Değerlerin tekrar toplumdaki yerini bulmaları özlenen bir durum. Bunun bir göstergesi bizim filmlerimiz. Yeşilçam filmlerinin hâlâ izlenmesinin sebebi, bizim harika oyunculuğumuz değil, tüketim toplumuna geçerken kaybettiğimiz değerlerin bir kısmının bizim filmlerimizde hâlâ yaşıyor olması. İnsanlar bu filmleri ve bizleri bu değerlerin bir simgesi olarak gördükleri için hâlâ izliyorlar...”
EVDEN ÇALIŞMA DÖNEMİNİN EN BÜYÜK BULUŞU NE OLDU
MCKINSEY grubunun “Strateji Odası” adlı bir podcast’i var.
Dün sabaha karşı bu podcast’te çok ilginç bir sohbetin yazılı hali abonelere gönderildi. Konuşan kişi “Global Managing Partners” danışmanlık şirketinin eğitmenlerinden Kevin Sneader.
Anlatacağım bilgiyi oradan aktarıyorum.
İnsanlık ilk “home office” yani evden çalışma uygulamasına 17’nci yüzyılda geçmiş. Londra ve Güney İngiltere’deki veba salgını sırasında Cambridge Üniversitesi öğrencilerini evlerine yollamış.
Eve gönderilen genç öğrencilerden birinin adı da Isaac Newton’muş...
Newton işte o dönemde evinin bahçesinde otururken elmaların düşüşünü gözlemlemiş ve belki de fizik tarihinin en büyük buluşu olan yerçekimini keşfetmiş...
*
Yaşadığımız pandemi döneminin en önemli sonuçlarından biri “yenilik” olacak.
Amerika Birleşik Devletleri’nde pandemi döneminde alınan yeni patent sayısı 2019 yılına göre iki kat artmış. Öteki ülkelerde de durum aynıymış.
*
SONUÇ: Bizi eve kapatan pandemiden belki de yeni Newtonlar çıkacak...
1) HAFİF CAZ SEVENLERE İKİ YENİ YAZ SONU PARÇASI
BENİM gibi akşam üzeri, elinizde bir kadeh, hafif cazımsı müzikleri seviyorsanız...
Bu cuma streaming platformlarına konan iki parçayı tavsiye ederim.
Papik, Alfredo Bochicchio: “Samba Pa Ti”
Jaimee Paul, Pat Coli, Jacob Jeziero, Danny Gotlieb: “I Could Have Danced All Night” 1956 yılının bir şarkısı. My Fair Lady müzikalinin en önemli parçasıydı. Çok güzel yorumlamışlar.
2) 1970 MOTOWN TARZI SOUL MÜZİK SEVENLERE
BU hafta çıkan parçalardan dikkatimi çeken biri de, yeni neslin Michael Jackson’u adaylarından biri olan Bruno Mars’ın, Andersen, Paak ve Silk Sonic’le birlikte söylediği “Skate” adlı şarkı.
Bana 1970’lerin ünlü siyah grubu “Temptations”ın efsane şarkılarını hatırlattı.
TÜRKÇE İLK 3’ÜNCÜ CİNSİYET KUTUSU
ALMANYA’ya gidecek kişilerin, pandemi nedeniyle bir belge doldurmaları gerekiyor.
Almanya’da nerede kalacağınız, sokak ve ev numarasına kadar, kendi telefon numaranız, kalacağınız yerin telefon numarası gibi bilgiler isteniyor.
Bu belgenin üzerinde bir de cinsiyetinize ait bir bölüm var.
Türkiye’de bu bölümlerde “Erkek” ve “Kadın” şeklinde iki kutu var.
Almanların doldurmanız için size verdiği belgede ise üç kutu bulunuyor.
“Erkek”, “Kadın” ve “Farklı...”
Belki benim gözümden kaçmıştır ama Türkçe bir belgede ilk defa böyle bir şeye rastlıyorum.
MURAT BARDAKÇI’NIN MARİA CALLAS İTİRAZI
DÜN, “21’inci yüzyılın yeni Callas’ı Lise Davidsen mi olacak” diye yazmıştım.
Murat Bardakçı bir mesaj attı. Şöyle diyor:
“Callas Wagnerien soprano değildi. Gençliğinde kısa süre Wagner okumuştu ama sonra repertuvarından tamamen çıkardı. Dolayısıyla Lise Davidsen ile karşılaştırmak doğru değil. Davidsen gelecekte diğer Wagnerci sopranolar, mesela Birgit Nillson, Lili Lehmann veya Kirsten Flagrstad’la karşılaştırılabilir.”
Paylaş