Paylaş
Onur Baştürk’ün teorisi şu:
“Hepimiz son derece sıkıcı, boğucu ve karanlık bir dönemden geçiyoruz. İçimizi kararttılar. Bu dönemi geçirmenin en iyi yolu eğlenmektir.”
Ben buna bir de “alay etmeyi” ekliyorum.
Ergenekon davasının, demokrasi havarisi ağır abilerimizin kararttığı ruhumuzu aydınlatmanın, bu dönemi geçebilmenin iki yolu budur.
Eğlenmek, alay etmek ve dalga geçmek.
Dibine kadar vurmak...
İşte bu iştahla yola çıktım ve hızla yoldan çıkıyorum.
Yoldan her çıktığımda, her yan yola saptığımda, beni hayretler içinde bırakan, yaşadığım ülke hakkında umutlara gark eden şeylerle karşılaşıyorum.
Arkadaşlar hazır mıyız; Ergenekon’u karartıp, Türkiye’yi aydınlatıyoruz.
* * *
Önceki akşam Haluk Bilginer’in “7” adlı oyununu seyretmeye gittim.
İnanın derin bir şaşkınlık ve hayranlık içindeyim.
Bu olağanüstü oyunu anlatmadan önce, mutlaka yapmam gereken bir görevi yerine getirip, Türk tiyatrocularından özür dilemeliyim.
Çünkü 7 yıl önce, sersemce övünerek, göğsünü yumruklayan bir goril gibi böbürlenerek şunu ilan etmiştim:
“Ben artık tiyatroya gitmem.”
Bu önyargımı önce Ali Poyrazoğlu yıktı.
Önceki akşam ise Haluk Bilginer, geriye kalanı tarumar etti.
“Bıkkınlar yürüyüşü”nde ilk durağım “7” adlı Shakespeare müzikali oldu.
Beş on siyasetçinin, 15-20 güya demokratın, 20-30 yeminli siyasi müminin kör ettiği gözlerim açıldı.
Yaşayan Türkiye’nin kapısını araladım.
Sevgili arkadaşlar, hepinize tavsiye ediyorum.
Bu büyük “bıkkınlar yürüyüşü”ne siz de katılın.
Ülkenizin duvarlarla kapatılmış yasak şehirlerindeki ışığı keşfedin.
* * *
“7”, Shakespeare’in çeşitli eserlerinden, sonelerinden uyarlanmış bir müzikal.
Müziklerin hepsi orijinal. Tolga Çebi tarafından yazılmış.
Müzikallerde çoğunlukla, beğenilen, akılda kalan üç beş bölüm vardır, gerisi doldurmadır.
Bu müzikalde, başladığı andan bitişine kadar bütün müzikler çok hoşuma gitti.
Adeta bir Pink Floyd mühendisliği ile yapılmış. Yavaşlama anları, birden hızlanmalar, hafif geri vitese takmalarla, insanın ruh saatini “tik, tak, tik tak” diye attıran olağanüstü müzikler yazmış Tolga Çebi.
Gerçekten tebrikler.
Shakespeare çevirilerinin çoğunu Haluk Bilginer yapmış.
Talat Sait Halman, Bülent Bozkurt, İrfan Şahinbaş’ın çevirileri müthiş bir müzikalite yaratmış.
Tabii bir Can Yücel’in, o çok tartıştığımız, ama gizli gizli hayran olduğumuz o 66’ncı Sone’si...
Sanki biz “Bıkkınlar Ordusu”nun milli marşı:
“Değmez bu yangın yeri değmez
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz
Değil mi ki ayaklar altında insanlık onuru
Ezilmiş hor görülmüş el emeği göz nuru
Ödlekler geçmiş başa derken mertlik bozulmuş
Değmez bu yangın yeri avuç açmaya değmez
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene
Değil mi ki kötüler, kadı olmuş Yemen’e
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan vazgeçtim ama
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.”
Bu harikulade 4 soykarıya bittim
PERDE kapanırken bütün salon ayaktaydı.
İnsanlar bir Shakespeare müzikalini ayakta alkışlıyordu ve salonun girişindeki pano, mart ve nisan aylarında neredeyse bütün biletlerin satılmış olduğunu ilan ediyordu.
Bense bu harikulade oyunu ortaya çıkaran insanlara bakıyordum.
Hepsi “mektepli” çocuklar.
* Müzikleri yazan Tolga Çebi 1995 Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı mezunu.
* Oyunu yöneten, kolajı yapan ve olağanüstü bir koreografi ortaya çıkaran Kemal Aydoğan, 1987 mezunu. Dil ve Tarih Coğruya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden.
* * *
Size bir de oyunda soytarıyı, pardon oyundaki adıyla “Soykarı”yı oynayan 4 genç kızdan söz etmeliyim.
Hareketler, mimikler, kuklavari kırılmalar...
Tek kelimeyle olağanüstü bir performans.
Ve hepsi gencecik.
* Evrim Alasya, Dokuz Eylül Üniversitesi Tiyatro Bölümü 2003 mezunu.
* Selen Öztürk; Hacettepe Üniversitesi Devlet konservatuarı 2004 mezunu.
* Zeynep Alkaya; Anadolu Üniversitesi Devlet konservatuarı 2003 mezunu.
* Tuğçe Karaoğlan; Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı 2009 mezunu.
Şu harikulade coğrafyayı görüyor musunuz? Bir sahneye ne kadar geniş bir Anadolu sığmış.
Hani şu yerden yere vurudğumuz Cumhuriyet’in sanat eğitim kurumları neler yetiştirmiş.
* * *
Ve Haluk Bilginer...
Oyundan sonra “Oyun Atölyesi’nin” üst katındaki kafede sohbet ediyoruz.
Ne diyeyim, büyük oyuncu, büyük sanatçı.
Shakespeare’ı nasıl büyük bir heyecanla anlatıyor.
Ve o heyecanı, o elektriği size nasıl sirayet ettiriyor.
Önceki akşam başladığım “Bıkkınlar yürüyüşünün” ilk durağında, beni işte böyle hayranlıklar içinde bırakan bir sürpriz bekliyormuş.
Şu sıralar Paris’te bu kalitede bir oyun var mıdır bilmiyorum.
Ama bilidğim, hayal edebilidğim bir şey var.
Bu insanların eline Broodway imkanları verseler ne mucizeler yarabileceklerini çok iyi biliyorum.
Bundan böyle “Bıkınlar yürüyüşüm” Türkiye’nin aydınlık sokaklarında devam edecek.
Elimde balyoz, o karanlık duvarları yıkıp, arkasında ne var bakacağım.
Paylaş