‘Black Hocaefendi!’

KOMŞUMUZ Ukrayna’da çok ilginç bir “fenomen” gelişiyor.

Bu fenomen, Slav Ortodoksluğunun doğum yeri olan Kiev’i sallıyor.

Haberin Devamı

Her pazar günü, şehrin büyük bir meydanına binlerce insan toplanıyor. Bir rock’n roll grubu şarkılar çalıyor.
Sonra gospeller söylenmeye başlanıyor.
Bu insanlar, Sunday Adelaja adlı bir rahip için bir araya geliyor.
Amerika’daki Evangelist vaazcılara (preacher) benzeyen bu rahip çok ilginç bir kişilik.
Bir kere Slav değil.
Nijeryalı siyah bir rahip.
1986 yılında okumak için Moskova’ya gelmiş, duvarlar yıkıldıktan sonra Kiev’e yerleşmiş.
Çok iyi Rusça konuşuyor.
* * *
Kiev’de “Tanrı’nın Sefareti” adlı bir kilise kuruyor ve vaazlara başlıyor.
Bazı kişiler başta ona “Maymun” diyerek hakaret ediyor, o yılmıyor.
Bugün binlerce müridi var.
Adelaja ilginç bir insan. Vaazlarını iPad’den okuyor. İnsanların iş bulmasına yardımcı olacak örgütlenmeler yapıyor.
Seminerlerinde İncil’le başlıyor, Apple’ın CEO’su Steve Jobs’la devam ediyor.
“Apple bir model buluyor, sonra onu mükemmelleştirmeye çalışıyor. Mükemmelleştirmek Allah’ın da ilkesidir. Allah stratejidir. Stratejik düşünmedir.”
“İncil’i nasıl daha anlamlı hale getirebiliriz”, “Kiliseyi nasıl daha ilginç bir yer haline dönüştürebiliriz” diye uğraşıyor.
Cemaat bugünlerde Kiev’de 50 milyon dolara mal olacak bir dini merkez yaptırmayı planlıyor.
Üyeleri, gelirlerinin yüzde 10’unu bağışlamaya teşvik ediliyor.
Tam bir “Black Fethullah Hoca” olayı yani...
* * *
Farklı yanları da var tabii.
Bir kere Ukrayna vatandaşlığına geçmiyor.
“Çünkü sahip olduğum gücü siyasi amaçlarla kullanacağım izlenimi vermek istemiyorum. Böyle bir şey yaptığım takdirde hemen sınır dışı edebilecek durumda olmalarını istiyorum” diyor.
Buna rağmen Ukrayna’da ona kuşkuyla bakanların sayısı hiç de az değil.
Savcılık 2009 yılında cemaat üyelerinin bazı yolsuzlukları ile ilgili davalar açıyor.
Rahip Adelaja ise bunları “siyasi kan davası” olarak değerlendiriyor.
Demek ki inanç olayı, komşularımızda da ilginç mecralara doğru akıyor.
O nedenle inanç meselesine, Jacques Attali’nin ortaya attığı “lego dinler” olayına zaman zaman değineceğim.
- Şöyle bir karar verdim.
Bundan böyle zaman zaman “Tembellik yazıları” başlığı altında, önemli gördüğüm bazı gelişmeleri sizlere aktaracağım.
Yanda okuyacağınız yazı işte bunun ilk örneği.
“Tembellik” diyorum, çünkü yazıyı büyük ölçüde International Herald Tribune Gazetesi’nin 9-10 Nisan günkü nüshasından özetledim.

Haberin Devamı

MEĞER O AYAKKABIYI BİZ TERS GİYMİŞİZ

Haberin Devamı

NEHRE bakarken fark ediyorsunuz ki, önünüzden geçen sadece başkaları değil.
Bir bakıyorsunuz, o sulara yansıyan gölgeler arasında kendiniz de varsınız.
Bazen yaralı bereli.
Bazen kömürcüden çıkmış gibisiniz, üstünüz kapkara.
Bazen ise alenen zift ve katrana bulanmışsınız.
O zaman geriye bakıyor ve konuşmaya başlıyorsunuz.
* * *
Mesela, gözünüzün önüne, açık bir ev kapısı ve önüne dizilmiş ayakkabılar geliyor.
Sırf o ayakkabılara bakıp, o evin sakinleri hakkında ne saçma sapan şeyler düşündüğünüzü, ne ağır önyargılara vardığınızı hatırlıyorsunuz.
Tabii ki utanıyorsunuz.
Hem kendinizden, hem de temsil ettiğinizi sandığınız o zihniyetten...
Eğer zerre kadar vicdanız varsa, hâlâ kalmışsa.
Eğer bir hakkı teslim etmek sizin için hiç de zül değilse.
Öyle yetişmemiş, yetiştirilmemişseniz.
Yapacak tek şey kalıyor.
Çıkıp açık açık söylemek, o hakkı teslim etmek.
Helalleşmek.
* * *
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, sadece bizim değil, bütün dünyanın kabul ettiği çok başarılı bir başkanlık döneminden sonra görevinden ayrılıyor.
Duyuyoruz ki emeklilik maaşı 4 bin lira olacakmış.
Geriye gidip evinin önüne dizilmiş ayakkabılara, eşinin başındaki örtüye bakıp neler düşünmüş, neler yazmışız diye bakıyorum.
Sansürsüz yazılardı. Samimiydi de.
Bugün de içimden geleni aynı samimiyetle ve sansürsüz cümlelerle yazmak istiyorum.
Sayın Başkan;
Başta size çok hoyratça davrandık.
Siz, hiçbir zaman mukabele-i bilmisil yapmadınız.
Onu bırakın, mukabelede bile bulunmadınız. Bir tek gün bize sitem dahi etmediniz.
İlk günlerin hoyratlığı için sizden özür diliyorum. Sizden önce eşiniz Duriye Hanımefendi’den özür diliyorum.
Bize unutamayacağımız bir “insanlık dersi”, “hayat bilgisi dersi” verdiniz.
Bize, en iyi dersi işinizi çok iyi yaparak verdiniz.
Siyasi iktidar karşısında dik durdunuz, Türk ekonomisinin başarısında çok büyük rol oynadınız.
O günlerde, eşinizin başörtüsüne bakıp, “Liyakat değil itikat” diyorduk.
Yanılmışız, sapına kadar liyakatmış.
Size bir teşekkür de nezaketinizden dolayı borçluyuz.
Bizlere bu dersi sopayla, tehditle, aşağılayarak, öfkeyle değil; gerçek bir başarı hikâyesi ve nazik bir duruşla verdiniz.
Size ve eşinize mutlu, sağlıklı ve keyifli bir hayat diliyorum.

Yazarın Tüm Yazıları