İSTERSENİZ, işe en altından başlayalım. Mesela Bağdat'a giden şu Türk canlı kalkanlarından.
Adı Şaban Dayanan.
Fotoğrafına baksan, soyadıyla mütenasip, kellifelli bir insan.
Ama soyadıyla ve cüssesiyle hiç de mütenasip olmayan bir canlı kalkan.
İŞİM VAR
Bağdat'taki Türk canlı kalkanlar adına açıklama yapıyor.
‘‘Amacımız, barış uğruna gerekirse bedenimizi siper etmek.’’
Demek ki sonuna kadar orada kalacaklar diye düşünüyorsunuz.
Nereedee...
Hemen altındaki cümleleri şöyle:
‘‘Ancak Türkiye'deki işlerimiz nedeniyle geri döneceğiz.’’
Yani adam ‘‘part time’’ canlı kalkan.
Karakter testinden kaç puan vereceğinize siz karar verin.
Hiyerarşik olarak biraz yukarı çıkalım.
Hükümet kanadının bakanları.
İçerde tezkereyi imzalayıp, dışarı çıkınca ‘‘Aslında biz bunu istemiyoruz’’ diyenler.
Biraz daha yukarılara çıkalım.
CHP'nin Dışişleri'nden gelmiş diplomat kökenli üyelerine bakıyorum.
Hepsi şu an eski postlarında otursalardı ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar.
Ama sorumluluk onlarda değil ya, salla gitsin.
El altından Amerikalılara her türlü boncuğu dağıt. Sonra kamuoyu önüne çık, patlat demeci.
Hem de mümkün olan en popülist cinsinden:
‘‘Vatandaşın vergisini yükselt, Amerikalı askerden KDV alma.’’
O eski diplomatlar, Amerikalılarla KDV vs. gibi anlaşmaların ne zaman imzalandığını bilmiyorlar mı?
Bal gibi biliyorlar. Belki de bazılarının müzakeresine bizzat kendileri bile katılmışlar.
Ama dedim ya, iktidarda biz olmadığımıza göre, salla gitsin.
ÇANKAYA HAVASI
Biraz daha yukarılara çıkalım.
Mesela Çankaya'ya.
Cumhurbaşkanı görüşmelerin en kritik noktasında konuşuyor:
‘‘Tezkerenin TBMM tarafından kabul edilmesi ve bu kararın meşru olması için Birleşmiş Milletler'in ikinci bir karar alması gerekir.’’
Bunu söyleyen kim?
Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı.
Size sormazlar mı, 1974 yılından bu yana BM'nin Kıbrıs konusunda aldığı hangi kararı uyguladınız?
BM kararları, işinize geldiği zaman ‘‘meşruiyet’’ sağlıyor, işinize gelmediği zaman sağlamıyor.
Ama daha da kötüsü var.
Cumhurbaşkanı bu sözleri söylüyor. Ertesi gün sözcüsü çıkıp şu açıklamayı yapıyor:
‘‘Sayın Cumhurbaşkanımızın uluslararası yasallığa ilişkin sözleri, kişisel kanı ve düşüncesidir.’’
Ama açıklamanın bir alt cümlesinde de şöyle diyor:
‘‘Cumhurbaşkanımızın görüşleri devletimizin politikasının bir yansımasıdır.’’
Bir adım sonra bir başka cümle:
‘‘Cumhurbaşkanımızın Meclis iradesini etkileme amacına dönük bir telkini olmamıştır.’’
O zaman Meclis'in karar alacağı gün yapılan bu açıklamalar Meclis'i etkileme değil de ne?..
Öyleyse bu sözlerin anlamı ne?
Çok açık. Halkın yüzde şu kadarı savaşa karşı. Ben de karşıyım. Ama siz bildiğinizi okuyun.
ASKER İKİLEMİ
Askerlere gelince. Onlar sessiz. Ama bir gün bakıyorsunuz, ‘‘üst düzey’’ bir komutan ‘‘asker rahatsız’’ mesajını sızdırıyor.
Arkasından Genelkurmay, ‘‘Bu bizim görüşümüz değildir. TSK, Meclis'in iradesini etkileyecek davranışlardan kaçınmıştır’’ açıklaması yapıyor.
AKP grubuna gelince. Karar durmadan erteleniyor.
Neden, çünkü onlar da bugünkü MGK'yı bekliyorlar.
Yani topu biraz MGK'nın üzerine atmak istiyorlar. ‘‘Aslında biz istemiyorduk, ama ne yapalım askerler böyle diyor’’ diyebilmek için.
Allah aşkına bütün bunların adı nedir?
Bizans renklerine bulanmış şark politikası değil mi?
Tabii bir ülke, Bağdat'taki canlı kalkanından Çankaya'daki en üst temsilcisine kadar böylesine tuhaf bir psikoloji içinde olursa, yüce Meclis'inin de aklının karışması normal.
Çünkü ortada tarihi bir karar var. Ve ne yazık ki bu tarihi kararın arkasında dimdik durabilecek cesaret ve liderlik yok.
Ve bütün bu şark hengamesi içinde dimdik ayakta duran tek kişi var.
Bağdat'taki diktatör.
BİR TEK O
Ve ne yazık ki böyle komşuları olduğu sürece ve Allah ona ömür verdikçe dimdik ayakta durmaya da devam eder.
Tabii dünyanın ikinci büyük petrol rezervine sahip olduğu halde, halkının kişi başına yıllık gelirini de 1000 dolar gibi açlık seviyesinde tutarak.
Demek ki MGK herkese lazımmış
ŞİMDİ AKP saflarında siyaset yapan kişilerin çoğu, hayatları boyunca Milli Güvenlik Kurulu'nun, ‘‘demokratik’’ bir müessese olmadığını savundu.
Yıllardır bu kuruma karşı en ağır eleştirileri yöneltti.
Türkiye'de liberal ve demokrat geçinen birçok insan yıllardır bu kurumu yıpratmak için elinden geleni yaptı.
Kemal Derviş çıkıp, ‘‘Türkiye gibi ülkelerde MGK türü kurumlar gereklidir’’ dediği için bu çevreler tarafından neredeyse çarmıha gerildi.
Ama bugün geldiğimiz noktaya bakın.
Tarihi sorumluluğu ağır bir karar söz konusu olduğu zaman, bütün sözler unutulup top hemen MGK'ya atılıyor.
Meclis'te Anayasa'yı değiştirecek çoğunluğa sahip bir parti bile bu kararı almak için onun desteğini istiyor.
Bence yanlış da yapmıyorlar.
Ama artık MGK'nınAnayasal meşruiyeti yanında, ‘‘siyasi meşruiyetini’’ kabul etmiş oldular.
Bundan böyle kimse çıkıp bu kurumun meşruiyetini sorgulamamalı.