Caminin avlusunda herkes var. Neredeyse bütün Türkiye, musalla taşının önünde saygı duruşunda bulunuyor. Siyasi İslam orada. Ama solcu siyaset de orada. Milliyetçi Türk’ü orada. Ama Kürtçü siyaseti de orada. Merkez siyaset orada, ama marjinal sağ ve sol da orada. Gül, Erdoğan, Çiller, Baykal orada... Hepsini anladım. Peki asker neden orada? Yani 28 Şubat’ta Erbakan’ı başbakanlıktan uzaklaştıran siyasi dalganın en önemli aktörlerinden biri olan ordu, neden bu kadar yüksek düzeyde cenazeye katıldı?
Muhtemel cevaplar şunlar olabilir: “Bakın biz artık eski ordu değiliz” demek için. Yani alelade bir “halkla ilişkiler”, imaj düzeltme operasyonu... Sanmıyorum. Ben bu sorunun cevabını, Ezgi Başaran’ın Radikal’de Erbakan’la yaptığı mülakatta okumuştum. Erbakan, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı hep dikkatli bir tutum içindeydi. O mülakat, hepimiz açısından derslerle dolu bir “tecrübenin”, bir “insafın”, bir “vicdanın” ifadesiydi. Şu cümlelerde, bütün kırgınlığına rağmen, askerine karşı insaflı, vicdan sahibi bir devlet adamını okumuştum. Ezgi Başaran soruyor: “Balyoz Davası’ndan 196 subayın yargılanmasını nasıl buluyorsunuz?” Erbakan’ın cevabı: “O subayları hapse koymaktan daha güzel olan onları eğitmek olurdu. Asker ayrı, cunta ayrıdır. (Onlar) Vatan için canını verir, gözyaşı döker.”
Vicdan, adalet duygusu; insanların hayatlarında yapabileceği en büyük yatırım. Ben bunu ilk defa rahmetli Yavuz Gökmen’in cenazesinde görmüştüm. 28 Şubat sürecinde Yavuz’u yerden yere vuruyorlardı. Yavuz gerçekten vicdan sahibi bir insandı. Solcu olarak 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün acılarını çekmişti. Ama kin tutmayan, acılarını şahsi bir intikam duygusu haline getirmeyen bir insandı. Cenazesinde en sağından en soluna, en laiğinden en dincisine kadar herkes saf tutmuştu. Arkadaşlarım bana soruyor. “Neden Erbakan’la ilgili hiçbir şey yazmıyorsun?” Cevabım basit. Erbakan’ı tanımıyorum. Onunla ne gazeteci ne başka sıfatla ilişkim oldu. Bir kere Başbakanlık Konutu’nda, Aydın Bey ve bizlere yemek verdi. Bir kere de başbakanken, Hürriyet yazarlarıyla bir araya gelmek için randevulaştık. Son dakikada “Oktay Ekşi’yi getirmeyin” dediler. Ben, “O zaman biz de gelmiyoruz” dedim. Randevuyu iptal ettik. Onu tam olarak tanımadım. Ama yıllar, dışarıdan da olsa, bana onun çok önemli bir özelliğini öğretti. Kin tutmamayı, intikam duygusu taşımamayı, vicdan denen insanlık karakterini ayaklar altına almamayı... Evet nehrin kenarında otururken, onun bu özelliklerini tanıdım. Bugün yapılan vicdansızlıkları gördükçe, intikam tamtamlarının kulakları sağır eden gürültüsünü her gün dinledikçe, Erbakan’ın bu özelliği gözümde daha da büyüdü. Cenazeler, hepimizin gerçek tıynetini, gerçek değerini en iyi gösteren törenler. Rahmetli Yavuz Gökmen sağlığında yerden yere vuruluyordu. Cenazesi o kişilere Yavuz’un kim olduğunu öğretti. Rahmetli Turgut Özal’a edilmedik hakaret, yapılmadık haksızlık kalmamıştı. Cenazesi onun halkın gözündeki gerçek yerin gösterdi. Ben her ikisinin de sağlığında kıymetini biliyordum. Erbakan’ınkini ise ne yazık ki ancak son zamanlarda fark ettim. Siyasetiyle hiçbir zaman mutabık olmadım. Vicdanı ile mutabıkım. Ve hayat bana, siyasi görüş ayrılıklarının hiçbir öneminin olmadığını, ama “vicdan” denilen şeyin ise ne kadar hayati bir insani değer olduğunu öğretti. Bu cenaze bana, insanın tabutuna konacak en anlamlı çelengin geriye bıraktığı “vicdan mirası” olduğunu gösterdi.
O cenazeye yakışmayan tek şey, Fatih Erbakan’ın konuşmasındaki “cihat” kelimesiydi. O kelime, kulağımda hoş bir seda olarak kalmadı. Son söz: Dünkü cenazede bir tek Silivri yoktu. Eminim, izin verilseydi, oradan da cenazeye katılacak epey insan olurdu.