Bir sıra gecesi hikayesi

EKONOMİDEN Sorumlu Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, öyle ağzından kolay laf kaçıracak bir insan değildir.

Milliyet’te yayınlanan yabancı sermayeyle ilgili açıklamalarının, hesapsız kitapsız sözler olduğunu da hiç sanmıyorum.

O nedenle ekonomiyi karıştıran bu demecin biraz gerisine gitmek gerektiğine inanıyorum.

Bunun için önce bu sözlerin sahibi Abdüllatif Şener’i aradım.

Merak ettiğim ilk soru şuydu:

Son zamanlarda bazı işadamları, yabancı sermayenin sınırlandırılması, özelleştirmelerde Türk şirketlerinin ön plana çıkarılması konusunda açık açık konuşmaya başlamışlardı.

Bunlara bir de isim takılmıştı: ‘Milli işadamı.’

Acaba bakanın yaptığı çıkışta, bu işadamları çevresinin etkisi olmuş muydu?

‘Hayır, kimse benden çıkıp böyle bir şey söylememi istemedi’ diyor.

* * *

Buna karşılık son dönemde İstanbul’da bazı büyük şirketlerin yöneticileriyle görüşüp brifing aldığını da saklamıyor.

Şu üç şirketin ismini veriyor:

Koç Grubu, Sabancı Grubu ve Türkiye Ekonomi Bankası.

Ama dediğim gibi, bunların hiçbiri kendisinden böyle bir şey istememiş.

* * *

Gelelim bu mülakatın en kritik noktasına.

Başbakan Tayyip Erdoğan, Sun Valley ziyareti sırasında benim sorum üzerine, ‘Yabancıların televizyon sahipliğini yüzde 25’le sınırlayan kanunun, kendisine haber verilmeden çıkarıldığını’ söylemişti.

Acaba Şener, Başbakan’ın bu sözlerine mi cevap veriyordu?

Mülakatın zamanlaması ilginç.

Başbakan bu açıklamaları, geçen salı günü uçakta yaptı.

Biz bunu çarşamba günü yazdık ve perşembe günü gazetede çıktı.

Milliyet’teki mülakat bundan dört gün sonra, yani pazartesi günü yayınlandı.

Ama öğrendiğime göre mülakat geçen perşembe günü yapılmış.

Yani Başbakan’ın o sözlerinin üç gazetede yayınlandığı gün.

Demek ki, o gün gazetelerde yayınlananlar etkili olmuş.

Şener buna da şöyle bir açıklama getiriyor:

‘Ben yabancı sermayeyle ilgili bu görüşlerimi ilk defa söylemiyorum. Bundan bir süre önce, bir milletvekili arkadaşımızın evindeki sıra gecesinde, bunları bir başka ekonomi gazetecisi arkadaşımız Abdurrahman Yıldırım’a söyledim. O da benim adımı vermeyerek yazdı.’

O zaman ben de şunu soruyorum: Öyleyse perşembe günü altına basa basa bunu yeniden gündeme getirmeye neden ihtiyaç duydunuz?

* * *

Buraya kadar yazdıklarım, Şener’in olay yaratan mülakatıyla ilgili teknik bilgilerdi.

Benim yorumuma gelince.

Aslında benim yabancı sermaye konusundaki görüşlerimi herkes çok iyi biliyor.

Ben liberal ekonomiye inanıyorum ve Şener’in tam aksini düşünüyorum.

Ayrıca şöyle küçük bir dünya turu yapıyorum.

Acaba bugün dünyada yabancı sermayeye sınır getirmeye çalışan kaç ülke vardır?

Aklıma ilk gelen ülke İran oluyor.

TAV ve Turkcell’in kazandığı ihaleleri böyle bir kafayla engel olmuşlardı.

Başka bazı ülkeler de olabilir.

Ama şu sıra Türkiye ile aynı kulvarlarda koşan Polonya, Brezilya gibi ülkelere bakıyorum.

Oralarda yabancı sermayeye bırakın engeli, tam aksine ‘pozitif ayrımcılık’ yapan zihniyetler hákim.

Bu ülkeler yabancı sermayeye kapılarını ardına kadar açmış vaziyetteler.

Üstelik aldıkları yabancı sermaye, bizdekinden kat kat fazla.

* * *

Şimdi asıl soruya gelelim.

Biz Avrupa Birliği’ne girmeyi gerçekten istiyor muyuz, yoksa istemiyor muyuz?

İstiyorsak, yabancı sermaye girişini nasıl sınırlayacağız?

Gümrük Birliği’nin temel felsefesi, malların, hizmetin ve sermayenin serbest dolaşımı değil mi?

Yoksa, yabancı sermaye fobisinin altında, bu şirketleri daha ucuza alma arzusu mu var?

‘Milli işadamı’, ‘milli sermaye’ gibi elbiseler çıkarıldığında, altından böyle bir ‘Nü’ tablo mu çıkıyor?
Yazarın Tüm Yazıları