ABDİ İpekçi ve Uğur Mumcu zamanında, "gazetecilik" ve "gazeteler" daha mı iyiydi?
Türkiye’de böyle bir önyargı var.
İtiraf edeyim kırılması da çok güç.
Peki yargı gerçeği ne kadar yansıtıyor?
Ben ne desem pek etkili olabileceğimi sanmıyorum.
O nedenle, bu konuyu tartışmaya, bir başka kişiyi, çok ünlü bir yazarı davet ediyorum.
* * *
Geçen pazartesi günü Cape Town’da, video konferansta, Latin Amerikalı yazar Mario Vargas Llosa’yı dinliyorum.
Dünya Yayıncılar Birliği ve Dünya Editörler Forumu’nun yıllık kongresi için Güney Afrika’nın bu güzel şehrindeyiz.
Mario Vargas Llosa ile Peru’nun El Mercurio Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Alejandro Miro Queseda.
Yukarıda benim sorduğum soruyu, Alejandro, bütün dünya için genelleştirerek soruyor:
"Birçok insan, eski dönemde gazeteciliğin çok daha iyi olduğunu söylüyor. Sizce gazetecilik bozuldu mu?"
Llosa, bir yazar ama aynı zamanda gazetelere haftalık makaleler de yazıyor.
Bakın bu soruya nasıl cevap veriyor:
"Muhtemelen bu, eski gazetecilik hakkında romantik bir düşünceden ibaret. Geçmişte çok büyük gazeteler ve dergilerin olduğu bir gerçek. Ama geçmişte çok kötü gazeteler ve dergiler, çok kötü gazetecilik de vardı. Bütün bunlar unutuldu. Şurası gerçek ki, günümüzde dünya çok karmaşık hale geldi ve artık çok farklı teknikler, iletişim araçları var. Gazeteciler için meydan okuyacak çok şey var ve bunlara uyum sağlamak o kadar kolay değil. Fakat ben, geçmişte gazeteciliğin çok daha iyi olduğu ve bu gazeteciliğin bugün için model olması gerektiğini düşünenler kadar karamsar değilim. Çünkü bunun sadece romantik bir önyargı olduğuna inanıyorum."
* * *
Dünyanın en tanınmış yazarlarından birinin, "geçmişte kalan o güzelim gazetecilik" önyargısı hakkındaki görüşleri bu.
Türkiye’de böyle düşünenler de yok mu?
Yani, Mario Vargas Llosa gibi düşünenler demek istiyorum.
Yoksa eski gazetecilik nostaljisi ile, simit çay ideolojisi ile yanıp tutuşan insanların sayısının hiç de az olmadığını biliyorum.
Ben daha az sayıdaki "yeni gerçekçilerden" söz ediyorum.
İstanbul Üniversitesi bundan dört yıl önce Oktay Ekşi’ye fahri doktora unvanı verdi.
Oktay Bey unvanın verilişi için yapılan törende beni şaşırtan, ama aynı zamanda onun dürüstlüğüne olan hayranlığımı bir kere daha pekiştiren bir konuşma yaptı.
Konuşmasının teması tam anlamıyla bu konuydu.
Yani, "Eskiden her şey daha güzel, daha iyi, daha dürüsttü" inancı.
Oktay Ekşi "Böyle bir şeyi genelleştirmenin yanlış olduğunu" söyleyerek başladı ve özetle şunu söyledi:.
"Türk basınının kuruluşunda devlet parası vardır. 19’uncu yüzyılda, 20’nci yüzyılda tanık olduğumuz bazı gazetecilik örnekleri, bugünkülerden çok daha kötüdür. Üstelik bugünün önemli bir farkı var. Artık kötü örnekler yazılabiliyor."
* * *
Oktay Bey’in bu konuşmasının bütün gazetecilik okullarında okutulup değerlendirilmesini çok isterdim.
Şimdi baştaki soruya geliyorum.
Eskinin, yani simit çay ideolojisinin hákim olduğu dönemde gazetecilik daha mı iyiydi?
Abdi İpekçi, Uğur Mumcu örnekleri, bütün bu dönemi dürüstlüğün ve iyi gazeteciliğin rol modeli yapmaya yeter mi?
Ben Llosa ile aynı şeyi söyleyeceğim.
Elbette o dönemin çok iyi örnekleri, çok kötü örnekleri var.
Bazılarının her gün "medya gazeteciliği" diye insafsızca karaladığı bugünün gazeteciliği, çok daha rekabetçi, çok daha mükemmeliyetçi, çok daha araştırıcı, çok daha renkli ve hayata çok daha yapışıktır.
Kısaca bu konuda hiçbir nostaljim yok. Ama çok iyimser bir gerçekçiliğim var.