Bir hayata kaç berber sığar

SAYDIM, benim bugüne kadar hayatıma dört berber sığmış. Biri kendimim... Öteki üçü ise hayatımın çeşitli dönemlerine girdi.

Birincisi, İzmir'de çocukluk ve gençlik yıllarımın berberiydi.

Kahramanlar Mahallesi 1423 Sokak'ta başlayan hayatımın ilk döneminde hep babamın işyerinin bulunduğu Kavaflar Çarşısı'nda, Şadırvan Camii'nin hemen yanındaki berberde tıraş olurdum.

İlk berberlerim iki kardeştiler. Adları da Sadettin ve Bahattin Gülebakan'dı.

Öğrendiğime göre ikisi de artık hayatta değilmiş.

Hatırladığım ilk tıraş biçimim ‘‘alabros’’tu.

Başımın her tarafındaki saçlar kısacık kesilir, sadece ön tarafında biraz saç bırakılırdı.

Yani Ümit Davala tipini, önde enlemesine düşünün, öyle bir şey.

Alabros kelimesinin ne anlama geldiğini bilmezdim.

Daha sonraki yıllarda Amerikan Altıncı Filosu İzmir'e gelmeye başladığında, benim saç tıraşımın, Amerikalı denizcilerin, yani marinlerin saçlarına benzediğini fark etmiştim.

Alabros'un ne alama geldiğini ise yıllar sonra Fransa'ya gittiğimde öğrendim.

Fransızca ‘‘a la brosse’’, yani fırça tipi anlamına geliyormuş.

* * *

1960'lı yıllar, berberlerle aramın bozulduğu yıllardı.

Çünkü Beatles dönemi başlamıştı ve ben İzmir'de saçını uzatan ilk üç kişiden biriydim.

Üniversiteyi Ankara'da okuma kararımı da yine saçlarım yüzünden aldım.

Bir akşam eve geldiğimde babamı çok üzgün gördüm. Çok sıkıntılıydı. Gözünden yaş gelerek bana şunu söyledi:

‘‘Oğlum bugün kahvede arkadaşlar bana, ‘Şükrü Abi senin oğlan i... mi oldu? Bu saçlar nedir' dediler. Çok ağırıma gitti.’’

Ama bana saçlarını kes demedi.

O akşam, sırf babamı üzmemek için İzmir’den ayrılmaya karar verdim.

* * *

Üniversitede ilk yıllarımda berberlerle aram iyi olmadı. Çünkü saçımı kestirmiyordum.

Bu defa başım okulun kantinindeki solcularla belayla girdi. Bir gün arkadaşlarımdan biri, ‘‘Kantine sakın gitme. Seni yakalayıp zorla saçlarını kesecekler’’ dedi.

Zaten gitmiyordum, gitmemeye devam ettim.

Paris'te yaşadığım altı yıl boyunca da hiç berberim olmadı. Saçım çok uzadığı zaman kendim kesiyordum.

Bunun yöntemi de şuydu: Bir jileti, tarağın yanına sıkıştırıp, saçımın üzerinde gezdiriyordum.

Yani hayatımın 10 yıla yakın bölümünde kendi kendimin berberi oldum.

O yüzden Ece Ayhan'ın, ‘‘Kendi kendinin terzisi’’ sözlerine çok takılmıştım.

* * *

Paris dönüşünde berberlerle aram yine düzeldi.

Bu dönemde berberim, Güniz Sokak ile Bülten Sokak'ın kesiştiği köşedeki berberdi.

Adı Sadettin Kutluay'dı.

1976 ile İstanbul'a kesin yerleştiğim 1990 arasında saçımı hep ona kestirdim.

Güniz Sokak'ın hemen girişinde, oturduğum evin karşısında küçük bir dükkánı vardı.

Ankara'da sıkışık olduğum zamanlarda, büroya gelip saçımı keserdi.

Tıraş olurken de sohbet ederdik.

İstanbul'a yerleştikten sonra da bir süre Ankara'da ona gitmeye devam ettim.

* * *

Sonra hayatımın üçüncü berberinin dönemi başladı.

Saçımı gazetemizin berberi Rıdvan'a emanet ettim.

Tam 12 yıl...

O tıraş ederken zaman zaman önünde uyukladım. Sohbet ettim.

Bu arada gazetemizin insanları eksildi, yenileri geldi. Hayat devam etti.

Birçok şey değişti, berberim değişmedi.

Hep hayatımın en muhafazakár yanlarından biri olarak kaldı.

* * *

Bütün bunları neden anlatıyorum.

Kendim dışındaki üçüncü berberim Rıdvan Karaoğlu'nu geçen hafta kaybettik.

Berlin'deydim. Akşam saat 22.00'ye doğru gece sorumlumuz Hasan Kılıç aradı. ‘‘Ağabey, Rıdvan Ağabey'i kaybettik’’ dedi.

Bana giderek daha sık musallat olan o ince sızı, beynimin bir ucundan girip, ötekinden çıktı.

O gitti, gözümün önünde fotoğrafı kaldı.

İnce ve sakin yüzünü çevreleyen beyaz sakalı, en gergin anlarımda bana müsekkin gibi gelen ses tonu...

O, berber loncasının zarif müminiydi.

Hepimizin, bütün berberlerin başı sağolsun.

* * *

Ben yine baştaki soruma dönüyorum.

Bir hayata kaç berber sığar?..

En iyisi geridekileri değil de önümüzdekileri saymak.

Allah, hayatımızın geri kalan döneminde berberlerimizin sayısını az, ömürlerini çok tutsun.

Çünkü berber değiştirmek çok hüzünlü bir şey...
Yazarın Tüm Yazıları