Paylaş
12 Eylül 1980’de içeri alınmadım.
Yani ben mahpusluk nedir bilmem...
Ama epey arkadaşımdan dinledim.
* * *
Tamam, 28 Şubat’ı yerden yere vur...
İstersen “Darbelerin anası” de...
Devletin en kozmik odalarına girilebilmişken, 28 Şubat 1997 günü yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısının zabıtları neden hâlâ açıklanmıyor...
O gün orada kim ne demiş, kimse kimsenin alnına silah dayamış mı...
Belki öğrenirsek utanırız, belki orada söylenenler işimize gelmez diye düşünenlerdensiniz...
Bak neden, bavullu bir adam, MGK kararlarını getirip 28 Şubat Savcısı’na teslim etmiyor diye de sormayacağım...
Tamam, gün senin günün, istediğini yaz...
Ama bir elin yazarken, ötekini de vicdanının üzerine koy...
Koy ve şunu sor...
* * *
O darbe dediğin 28 Şubat’ta hapse giren gazeteci var mı?
Hapiste ölen var mı?
“İrticanın kasası” denip de cenazesini kaldıracak parası olmayan bir gariban var mı...
Ve sonra bir de şunu düşün.
Mustafa Balbay’ın
dört duvar arasındaki
hayatı dördüncü yılını doldurdu.
Beşinci yılı başladı.
Bu insan 53 yaşında...
Bu hesapla hayatının her 13 gününden biri Silivri’de geçmiş...
Söyleyin var mı bunun bir benzeri?
28 Şubat’ta yok.
Ama 12 Eylül’de var...
Gerçek bir askeri
darbe döneminde Barış Derneği davasında bile en uzun süre içeride kalanlar 38 ay yattı.
Yani dört yılı doldurmadı.
Hadi empati yapamıyorsun, “darbeci” diye kendini onun yerine koyamıyorsun, “Yaradan’ın yarattığı” üzerinden git, “O da bir insan” de...
Bir zamanlar “Bebek katili” denen insanlarla masaya oturulmuşken; ve de çok da iyi yapılmışken, bilgisayarında notlar bulundu diye bir insanın dört yıldır içeride yatması hiç mi rahatsız etmiyor...
Sana değil, hepimize soruyorum...
İyi ki Beyaz Türkler var
GEÇEN akşam hepinizin tanıdığı iki arkadaşımla “Romantik Komedi 2”yi seyretmeye gittim.
İki arkadaşım da “Beyaz Türk” lafına ifrit oluyor.
İkisi de, Türkiye’de “zenci Türklerin” iktidarda olduğuna inanıyor.
İki arkadaşım da “yeni bir Türkiye”nin doğduğuna inanıyor.
Film başlıyor.
Daha jenerikte tam bir Beyaz Türk filmi.
Beyaz Türk’ün en beyazı, Nişantaşı’nın dik âlâsı...
Kadınlar öyle.
Erkekler öyle.
Mekânlar öyle.
Diyaloglar öyle.
İlişkiler öyle...
Her saniyesi, her anı, her kişiliği tam bir Beyaz Türk klişesi.
Ama bugüne kadar 1 milyon insan bu filmi seyretmeye gitmiş.
Neden?
Cevabı basit.
Beyaz Türk hâlâ çekici.
Beyaz Türk hâlâ rol modeli.
Beyaz Türk hâlâ Türkiye hayatının merkezi.
Kızsak da böyle, ifrit olsak da böyle.
Moderniteyi hâlâ Beyaz Türk ve Beyaz Kürt temsil ediyor...
Tüketim ekonomisinin, eğlence dünyasının merkezinde hâlâ o oturuyor.
CHP’yi eleştirmeyeceğim demiştim ama oradan birini eleştireceğim
NE yazmıştım?
AK Parti’yi korkusuzca eleştiremediğim sürece CHP’yi de eleştirmem.
Erdoğan’ı hiç çekinmeden eleştiremediğim sürece Kılıçdaroğlu’nu da eleştirmem.
Herkesin kendine göre bir mertlik biçimi vardır.
Benim ki de buydu...
İlkel bulursunuz, mertçe bulursunuz...
Böyleyim.
Ama önceki gün bir şeyi öğrendim, sözümü tutamayıp CHP’yi eleştireceğim.
İbrahim Tatlıses bir deli saçması ortaya attı.
Güya Müslüm Gürses bir hafta önce ölmüş, hastane bunu saklamış.
Nerede saklamış? Buzdolabında mı?
Muhterem Nur her gün gelip eşinin elini tutmuş, kulağına fısıldamış.
Ben deli saçması deyip geçerken, CHP’de çok saygı duyduğum bir isim, Umut Oran bunu ciddiye alıp bakanlığa sormuş.
Prof. Bingür Sönmez, önceki gün hastalarıyla uğraşmak yerine Sağlık Bakanlığı’nın müfettişleriyle uğraştı.
Biz nasıl bir ülke olduk Allah aşkına...
Hayatımız komplo teorileriyle, deli saçmalarıyla, bitip tükenmek bilmeyen intikam duygularıyla geçiyor.
Bu duygunun, bu öfke, bu kinin hem şahsımıza, hem topluma nasıl bir maliyet yüklediğinin hiç farkında değil miyiz...
Hay Allah askere de yaranamamışız
DÜNKÜ Taraf gazetesinden bir haber.
Genelkurmay, 27 Nisan 2007 bildirisine gazeteler nasıl yaklaştı diye bir rapor hazırlamış.
Gazetelerin yüzde 49’u “karşı çıkmış.”
Yüzde 12’si “desteklemiş.”
Yüzde 39’u ise “tarafsız” olarak nitelenmiş.
Baktım “tarafsız” kalan gazeteler hangisi?
Şunlarmış:
Hürriyet, Posta, Milliyet, Akşam ve Referans...
Paylaş