Paylaş
Sokağa çıkan başörtülü, toplumsal hayatın her alanında erkekle yarışacak mimari alandaki startı böyle mi olmalıydı?
Kamuoyuna mal olacak, geleceğe kalacak ilk eseri bu mu olmalıydı?
Hadi ben daha nazik olacağım, Başbakan gibi “Ucube” demeyeceğim...
Kitsch de demeyeceğim...
Ama şunu söylemeden de edemeyeceğim...
Çamlıca Tepesi için düşünülen cami projesi, sıradan, basit, hatta aslının kötü bir kopyası.
Mimariden zerre kadar nasibini alamamış, basit, alelade, kendinle bile alay eden, üstelik de kötü bir kopya.
En ağırıma gideni de “o şey”in Sultanahmet Camisi’ne benzetilmesi.
* * *
Herkes estetik açıdan, mimari bakımdan ele alıyor.
Ben orada değilim.
Neticede her tasarım beğenilir, eleştirilir, şu olur, bu olur. Hatta ve umarım vazgeçilir.
Benim asıl meselem, başı örtülü kadının performansıyla ilgili...
Evet iki kadının mimari alana girmesi gerçekten harika bir şey.
Önceki haftalarda “Türkiye’nin en etkili 10 başı örtülü kadını” listesini hazırlarken, iş dünyasından bir isim bulamamanın düş kırıklığını yazmıştım.
Meğer varmış.
Hem de mimari gibi, Türkiye’nin gelecekteki siluetini belirleyecek en önemli alanda varmış.
Şimdi görüyoruz ki iki kadın cesur bir işe girişmişler.
Proje hazırlamışlar...
* * *
Ama proje, kopya bile olmayan berbat bir şey.
Bence başı örtülü kadının mimari sahaya girmesi böylesine bayağı bir projeyle olmamalıydı.
Ben daha yaratıcı, daha yenilikçi, daha cesur, daha atılımcı, daha 21’inci yüzyıl estetiğini yansıtan bir proje beklerdim.
Gele gele bu geldi.
Yazık...
“Modern mahrem”, mimari alanda kötü bir start yaptı.
Oysa bu ülkede tasarımda çok başarılı, çok yaratıcı başörtülü kadınlar var.
* * *
NOT: Şimdi çıkıp bana, “Canım kadınların başının örtülü olması neyi değiştirir” demeyin. Doğru neyi değiştirir. Ama birçok muhafazakâr insan ve siyasetçi, hatta Başbakan, iki mimarın “inançlı insan” olmasına dikkati çekti.
Ayrıca şunu da söyleyeyim. Hâlâ başörtülü kadın konusunda kompleksliyiz. Yazarken çok dikkat etmeye çalışıyoruz. İnanın iki mimar başı açık kadınlar olsaydı, eleştiriler çok daha acımasız olurdu.
Başbakan’a sesleniyorum: O camiye baktıkça sizi nasıl hatırlayacaklar
UZAK değil, yakın gelecekte bile insanlar oraya baktıkça şunu söyleyecekler:
“Tayyip Erdoğan’ın yaptırdığı cami...”
Adında “Erdoğan” olmasa bile, orası Erdoğan camisi olacak.
İstanbul’un en görünür yeri.
Karşıdaki Topkapı’nın, Sultanahmet’in, Ayasofya’nın bulunduğu yerden bile yüksek...
Boğaz’ın girişi.
Geleceğin insanları, hiç kuşkusuz estetik bakımından bu nesillere göre çok daha duyarlı olacak.
Hiç kuşkusuz beğeni düzeyleri çok daha gelişmiş olacak.
Mimar Sinan’ın, Balyanların estetiği asırlara meydan okudu.
Onları hâlâ çok seviyoruz, bu ülkenin iftihar ettiği eserler olarak görüyoruz.
Peki sizce bundan çok değil, 20-30 yıl sonra o tepeye bakan insanlar ne düşünecek?
“Allah razı olsun” mu diyecekler, yoksa başka bir şey mi?
Başbakan’a sormak isterim.
Adının bu çirkinlik abidesiyle anılmasını mı vasiyet ediyor gelecek nesillere...
Ve ne yazık ki, orası bir cami olduğu için, kimse de yıkmaya cesaret edemeyecek.
Asırlar boyunca bu camiyi yaptıran kimse, hayır duası alamayacak...
Misal mi?
Ankara’daki Kocatepe Camisi...
Ulu Cami adındaki “ulu”luğu hak ederken, Kocatepe Camisi, mimari açıdan Sinan’ın lakabındaki “Koca” sıfatına yaklaşabilir mi...
Başbakan’ın mülakat sırasında gözleri niye düştü
KAHİRE’de Başbakan Erdoğan’la bir mülakat yapan Mısırlı gazeteci Fehmi Hüveydi, yazısını ilginç bir gözlemle bitiriyor.
Pazar günkü Vatan gazetesinden aynen aktarıyorum:
“Görüşmenin sonunda Erdoğan’ın yorgun düştüğünü ve gözlerinin kapanmaya başladığını gördüm. Bana doktorunun dinlenmesi ve stresini atması gerektiğini söylediğini anlattı.”
Son zamanlarda ben de ekranda Başbakan’ın yorgun bir görüntü verdiğini gözlemliyorum.
Başbakan gerçekten yorgun mu?
Kendisiyle uzun süre çalışan biriyle konuştum.
Bunun normal olduğunu söyledi. Mesela, 2007 seçimlerinden sonra Türkiye’de katıldığı bir televizyon programında da aynı şey olmuş.
“Çok yorucu bir temposu var ama bu onun alıştığı bir şey, çalışma düzeyini etkilemiyor” dedi.
* * *
Yine de şu gerçeği unutmamalıyız.
- Türkiye’yi yönetmek kolay değil.
- Başbakan’ın stresli bir yapısı var.
- Siyasetini öfke ve anında tepki üzerine kuruyor.
- Her sorumluluğu kendi yükleniyor.
- Etrafındakilerde müthiş bir zihni tembellik var.
- Buna Başbakan’ın otoriter yapısının yarattığı korku faktörü de eklenince, her şey ona soruluyor.
- Zihni tembellik, devlet kademelerinde eylem tembelliğine de yol açıyor.
Netice:
Tek adamlık insana iyi gelebilir.
Ama yorucudur...
Bazen mülakat sırasında bile gözler kapanabilir...
Paylaş