Ertuğrul Özkök: Babasız ilk bayramım

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Bu yıl o küçük çocuğu daha iyi görüyorum. Yılların bulanıklaştırdığı o fotoğraf nedense bu yıl aniden yeniden netleşti.Babası elinden tutmuş.

Koltuğunun altında küçük bir seccade var.

Kısa pantolonu yepyeni.

Gıcır gıcır ayakkabılar, o sesi hak ediyor.

Her adımda yeni köselenin gıcırtılarını hissediyor.

Saçlar arifeden bir gün önce kesilmiş.

Alabros.

O kelimenin Fransızca ‘‘fırça tipi’’ kelimesinden geldiğini çok, ama çok yıllar sonra öğrenecek.

* * *

Bayram heyecanı bile sabah mahmurluğunu yenememiş.

Küçücük nahif zihni, o soruyu kendi kendine sormasını engelleyemiyor:

‘‘Bayram namazları biraz daha geç olamaz mıydı?’’

Sonra günah mefhumu boynuna asılı bir silgi haline geliyor ve bu soruyu baştan sona siliyor.

O nahif soru hiç sorulmamış oluyor.

Nedense camiler hep doludur.

Belki başkaları erken geliyordur, belki de o ve babası hep geç...

Nedense hep caminin dışında avluda kılınır bayram namazı.

Hatırlanan bayramlar nedense hep ilkbahar veya yaza rastlar.

Sanki birileri kışa düşen bayramları hafızasından kazımıştır.

Belki de bayramları hep böyle baharlarda hatırlamak istemiştir.

Manolyaların açtığı, akasyaların insanı mest ettiği, dut ağaçlarının insanı baştan çıkardığı mevsimlerde.

Ama bu rayiha bile içindeki o çocuk korosunu susturamaz:

‘‘Ya yeni ayakkabılarımız çalınırsa...’’

İşte o yüzden sabah mahmurluğunu atamamış gecikmiş cemaatle birlikte avluda namaz kılmak işine gelir.

* * *

Hiç olmazsa gıcır gıcır ayakkabıları başucunda durur.

Secdeye gelirken bile gözünü ondan ayırmaz.

O nöbetçi duygular yüzünden namazın nasıl geçtiğini de anlamaz.

Sonra yine babasının elinden tutup sokaklardan eve dönülür.

Bir iki katlı evlerin pencereleri nedense hep açıktır.

Oradan hep güzel müzik sesleri gelir.

Hepsi de radyodan gelen müzikler.

Ankara Radyosu'ndan, İzmir Radyosu'ndan.

Rumeli türküleri, hoş şarkılar, hep tanıdık sesler.

* * *

Görmeyen gözlerle, işitmeyen kulaklarla bile insanı elinden tutup yuvasına doğru götüren şarkılar.

Nedense onlar hep bayramlarda ortaya çıkarlar.

Görünmeyen bir diskjokey sanki her bayram aynı repertuvarı tekrarlar.

Takvimleriniz kaybolsa, saatleriniz dursa bile hemen anlarsınız.

‘‘Bayram gelmiş’’ dersiniz.

Ve mendil...

Bayram haberini getiren kapatılmamış, ağzı açık bembeyaz bir zarf.

Belki kenarında küçücük bir işleme.

Belki de annesinin veya büyükannesinin kenarına işlediği iki küçücük harf.

E.Ö...

Her şeyi hatırlarsınız da bir şey hálá bulanık kalır.

Acaba hangisi daha önce gelirdi?

Kahvaltı mı, yoksa el öpme mi?..

Pembe jüpon etekler, beyaz ayakkabılar giymiş kız kardeşlerle birlikte sıraya giriş.

Hayatı boyunca hiç kavga etmemiş ailemizin el öpme kuyruğu.

Ve onun hiç telaffuz edilmemiş protokolü.

Önde baba, yanında anne.

Önde ailenin en büyüğü olan erkek çocuğu, sonra yaş sırasına göre kız kardeşleri.

Ve mendiller, yine o mendiller.

Kenarında kimin işlediğini bilmediğim o iki küçük harfle dörde katlanmış beyaz mendiller.

Sabun kokuları, lavanta kokuları, gül kokuları ruhuma ırsi bir şifre gibi işlenmiş o mendiller.

Bayramın ağzı kapanmamış beyaz zarfları...

* * *

Bugün benim babasız ilk bayramım.

Hepimizin bayramı kutlu olsun.

Ama en çok babasız bayram çocuklarınınki...

En çok onların bayramı kutlu olsun.

Yazarın Tüm Yazıları