Paylaş
Üzüldüğümüzde ağlarız...
Sevindiğimizde ise daha çok ağlarız.
*
Rahmetli babam yılda iki defa güzel ağlardı.
Biri 29 Ekim günleriydi...
Kordon’daki Cumhuriyet Bayramı resmi geçidine giderdik.
Önde askeri bandoyla askerimiz geçerken gözyaşlarını tutamaz ve kulağıma eğilip her yıl aynı şeyi söylerdi:
“Oğlum burası bizim son vatanımız. Başka gidecek vatanımız yok...”
*
Evlad-ı Fatihan’dan gelmiş bir Rumeli göçmeninin muskası gibiydi bu cümle...
Hep kulağıma küpe, boynuma muska olmuştur...
*
Paramparça olmuş, işgal edilmiş bir toprağı yeniden vatan haline getiren Mustafa Kemal işte o nedenle babamın en büyük kahramanıydı.
*
Benim güzel babam bir de 9 Eylül günleri ağlardı.
*
O gün İzmir’in kurtuluş günüdür ve Kordon’da o gün de resmi geçit yapılır.
Ama bu defa resmi geçit yapan askerimiz değil, ilk milli sanayimizdir.
*
Cumhuriyet’in ilk 30 yılında kurulan sanayi şirketlerimiz, kamyonları donatır, üzerinde ürünlerine resmi geçit yaptırırdı...
Mesela sabun üreticileri geçerdi.
O sabunlardı ki, kutuları babamın küçük matbaasında yapılır, anneciğim gündüz komşularıyla birlikte o kutuları monte eder ve kazandıkları üç-beş kuruşla, bu milli sanayi imecesine katılırlardı.
*
Matbaacı babam Cumhuriyet’in ilk sanayi hamlesinde payı var diye çok övünürdü.
Sevinç gözyaşlarıydı döktüğü...
*
Babam ramazan, bayram ve cuma Müslümanıydı. Sağ eğilimli bir milliyetçiydi.
Adnan Menderes’e hayrandı.
*
Ailemizin neredeyse tamamı 1970’li yıllarda Ecevitçi olduğu halde o sağ liberal çizgisinden hiç vazgeçmedi.
Menderes, Demirel ve Özal’a oy verdi.
Ardamızdaki fark...
Benim hayatım boyunca oy verdiğim hiçbir parti iktidara gelmedi.
Onun hayatı boyunca oy verdiği her parti ve lider iktidara geldi.
*
Rahmetli babam, ölümünden 6 ay önce telefon etti “Bana güzel bir Atatürk fotoğrafı bulur musun” dedi.
Büyük bir fotoğraf buldum.
*
Babamı bir İzmir sabahında kaybettik.
Öleceğini hissetmiş ve elini annemin omuzuna koyarak “Hafize hakkını helal et” demiş...
Annemin anlattığına göre sonra üç kere hıçkırmış ve hayata veda etmiş.
Dört saat sonra İzmir’e gelip onun yattığı odaya girdim.
Babacığım her zaman televizyon seyrettiği divanda cansız yatıyordu.
Başucunda benim gönderdiğim Atatürk fotoğrafı asılıydı.
Cüzdanından, Güneri Cıvaoğlu’nun Atatürk üzerine yazdığı bir yazının kupürü çıktı.
*
Bugün büyük Atatürk’ün Samsun’a ayak basışının 100’üncü yıldönümü.
Paramparça olmuş ülkemizi tekrar anavatan haline getiren kutsal savaşımız 100 yıl önce bugün başladı.
Ve bugünden 4 yıl sonra da bu topraklar yine bizim anavatanımız oldu.
Üstelik bu vatanın üzerindeki saltanatın yerine, halk egemenliğine dayalı bir Cumhuriyet haline geldi.
*
Bugün artık sevinerek görüyorum ki...
Atatürk’ü karalayarak, yok sayarak, ay-yıldızlı bu gökyüzünün altında, tarihin en büyük nankörlük hikâyesini yazanların dönemi kapanıyor.
Biz solcuların çocukluk hastalığı yıllarca önce bitmişti...
Şimdi sağ İslami kesimin çocukluk hastalığı da sona eriyor.
Ve Atatürk’ün bize bıraktığı bu ışık, en birleştirici duygumuz olarak güzel bir sabaha yeniden doğuyor.
İktidarı ile, ana muhalefeti ile bu büyük bayramın 100’ncü yılını kutluyoruz.
*
Yaşasın Cumhuriyet...
Yaşasın kutsal vatanımız...
Yaşasın Atatürk...
Ve Kurtuluş Savaşımızın başta İsmet İnönü olmak üzere bütün kahramanları...
*
Sevgili babacığım...
Ben de bugün işte bu duyguyla aynı senin gibi ağlıyorum...
Çünkü burası son vatanım... Gideceğim başka hiçbir vatan yok...
KİM BU ÜNLÜ GENEL YAYIN YÖNETMENİ TANIDINIZ MI
'NARSİSTİZ’ dediysek “Tek adamız” demedik...
Yani bu sayfada eski genel yayın yönetmeni olarak sadece benim fotoğraflarımı görmeyeceksiniz.
*
Mesela Rifat Ababay da var...
Posta gazetesinin eski genel yayın yönetmeni...
Yıllar boyunca karşıma çıkan en başarılı, en tehlikeli ama aynı zamanda en perde arkasında kalmayı iyi bilen üç-beş genel yayın yönetmeninden biri...
Sadece çok başarılı bir gazeteci değil, Türk medyasının en renkli simalarından biridir.
*
Genel yayın yönetmenliğini kendi isteği ile bıraktı.
Şimdi kendine yepyeni bir hayat kurdu. Önce spora başladı. Epey, ama epey kilo verdi. Ve hayatı boyunca çalıştığı odaya verdiği o rengârenk dünyayı, dışarıda da yaşamaya başladı.
*
Geçen hafta Paris’te çektirdiği bu fotoğrafı gönderdi. İznini alarak yayınlıyorum.
İşte size bu dönemde gazetecilikten ayrılmış bir genel yayın yönetmeni portresi...
BU KAREYE BAKARKEN AKLIMA GELEN ÜÇ ŞEY
FOTOĞRAFA bakarken içimden şunlar geçti.
- BİR: Medyamız karakter olarak renklerini ne kadar kaybetmiş... İçimiz ne kadar kurumuş.
- İKİ: Bugünlerde medyadan ayrılmak insana ne kadar güzel bir özgürlük veriyormuş.
- ÜÇ: Gazetecilik, insanın tek ve bir numaralı uğraşısı olmazsa, asıl kendisi ne kadar güzel ortaya çıkıyormuş.
NARSİZMİN DORUĞU MU İTİRAFIN EN SAMİMİSİ Mİ
HİÇ kuşkusuz bu yazın en kıpır kıpır şarkılarından biri Gülben Ergen’in yeni çıkardığı “Müsaadenle” olacak...
Ama önce cevabını vermemiz gereken bir soru var.
*
Şarkı şu sözlerle başlıyor:
“Biri çıkar karşına
Seni alır senden gider
Biri öyle bir dağıtır ki
Tek parçan kalmaz...”
*
Vay be...
Gülben gibi bir kadını kim alır gider böyle...
Kim darmadağın eder,
böyle dağıtır...
Kim bu müthiş erkek...
*
Cevabı bir satır altında...
Ama öyle bir cevap ki...
Bir kere daha vay beee diyorsunuz.
*
Bakın kimmiş Gülben’i alıp götüren...
“Kim dersen
Aynanın önünde
Dur bir bak
Eser sahibi karşınızdalar...”
*
Kimmiş Gülben’i darmadağın eden, ezip geçen erkek...
Aynadaki kendi suretiymiş...
*
Ne dersiniz...
Narsizmin zirvesi mi...
“Kendim ettim kendim buldum”un şahane bir itirafı mı...
*
Karar veremedim...
Ama vallahi iki ihtimalin ikisini de çok sevdim.
BALKAN ŞARKISI SANIYORDUM DİYARBAKIR TÜRKÜSÜYMÜŞ
BU hafta bana en iyi gelen şey, Rafet El Roman’ın Ayşe Nur ile birlikte söylediği “Bahçede Yeşil Çınar” türküsü oldu.
Streaming platformlarına geçen cuma günü konan şarkıyı dinlemeye doyamıyorum.
*
Daha önce Kardeş Türküler’den dinlemiş yine çok sevmiştim.
Bana hep bir Balkan şarkısı gibi gelirdi ama aslında bir Diyarbakır türküsüymüş.
Hikâyesini Osman Aydoğan’ın blogunda okudum.
*
Sözlerini, Atatürk’ün “Şark Bülbülü” lakabını verdiği Diyarbakır Ulu Cami müezzini Celal Güzelses yazmış.
Neriman Altındağ Tüfekçi derlemiş.
*
Aslında sözleri “Bahçede Yeşil Hıyar”mış.
TRT arşivlerine girerken küçük bir rötuş yiyip “çınar” olmuş...
*
Bence bu küçük sansürü kim yaptıysa iyi yapmış.
Böyle daha romantik ve daha güzel...
Rafet El Roman ve Ayşe Nur’a bu harika türküyü yeniden böylesine güzel okudukları için teşekkürler.
BİR FENERBAHÇELİNİN YALNIZ VE HÜZÜNLÜ GÜNÜ
bERLİN’de 20 sayı geriden gelip maçı hakemin hatası ile kaybettiğimiz Final Four finalinde takımımın yanındaydım.
*
İstanbul’da şampiyon olduğumuz maçta sahada kurulan platformda, sevinç gösterisi yapan oyuncularımızın ve kulüp yöneticilerinin arasında bir Zelig gibi ben de vardım.
*
Belgrad’da finali oynayıp şampiyonluğu kaybettiğimizde üzülmemiştim.
*
Dört yıldır ilk defa Final Four’a gitmedim.
Nedense maç başladıktan sonra içime bir hüzün çöktü ve ilk çeyrekte SSport’ta verilen Liverpool-Barcelona futbol maçının tekrar yayınına geçtim.
Sonra Anfield Stadı’ndaki coşkulu kutlamaları izledim.
*
Ve bir Fenerbahçeli olarak ne kadar yalnız ve hüzünlü olduğumu hissettim.
Şimdiye kadar hiç hissetmediğim bir duyguydu bu...
*
Tek tesellim “Hiç olmazsa finale bir Türk takımı çıktı” demek oldu...
*
Dedim ama o da hiç teselli etmedi...
HAFTANIN ŞARKISI
DÜNYA MÜZİĞİNDE ‘YOUNG TURKS’ DÖNEMİ BAŞLIYOR
GENÇ kuşaktan en ilgiyle izlediğim seslerden biri Eylül...
Cuma sabahı son şarkısı “Düğüm” müzik platformlarına girdi.
Daha ilk dinleyişimde aldı götürdü beni.
Pazar günleri Number 1 FM’de biri yabancı öteki Türk popu olmak üzere iki ayrı Top 20 listesi yapıyorum.
Bir Türk şarkısı ama yabancı pop listesine koydum.
Bu arada Emre Serin’in yeni parçası “Wake Me Up”ı da rahatlıkla dünya piyasasına çıkacak bir şarkı.
Şunu bir kenara yazın.
Dünya müzik piyasasında bir “Young Turks” dönemi açılıyor.
Paylaş